news

17 Ağustos 2007 Cuma

Türkiye tekstilden çıkmalı mı

Türkiye tekstilden çıkmalı mı
Profesyonel iş yaşamının on beş yılını tekstil ve konfeksiyon sektöründe geçirmiş bir kişi olarak, bu soruya yanıt verecek bilgi birikiminde olduğumuzu düşünüyoruz. Sektör ile ilgili hem kuramsal bilgi birikimine, hem de işletme uygulamalarından gelen sorunlarına hakimdik. O nedenle, “Türkiye’nin tekstil politikasını ne olmalı” sorusuna kendimizce bir yanıt vermek isteriz.
Öncelikle şu ayrımı yapmak gerekir: Tekstil ve konfeksiyon sektörü, birbiri ile iç içe, ama aslında ayrı dinamikleri olan iki sektördür. Konfeksiyon ya da hazır giyim, görece daha az parasal sermaye, ama oldukça yoğun bir “yaratıcı sermaye” ve çokça iş gücü ile üretim yapmaktadır. Tekstil ise çok daha yoğun bir sermaye birikimi ve görece daha az işgücü gerektiren bir sanayi dalıdır.
Türkiye, dünyada insanlar örtünmek için giyimi kullandıkları sürece, hem tekstil, hem de konfeksiyon üretimi yapacaktır. Çünkü:
a) Türkiye’de tekstil sektörünün gereksinim duyduğu doğal ve yapay elyaflar (hammaddeler) bolca bulunmaktadır;
b) 1970’lerden bu yana yapılmış ciddi bir tekstil üretim kapasitesi yatırımı vardır. Türkiye’nin ilk sanayi sektörü, dünyada da olduğu gibi, tekstildir.
c) Dünyanın en büyük konfeksiyon tüketim pazarlarından biri olan Avrupa Birliği ülkelerinin hemen yanındadır;
d) Avrupa çevresindeki üretici ülkelerle karşılaştırıldığında hala işgücü maliyeti görece düşük; verimliliği yüksektir;
e) Hızla artan ve gelişen bir iç pazarı vardır. Özellikle marka olmak isteyen hazırgiyim üreticileri için bu pazar önemli bir avantajdır;
f) Ne yaparsa yapsın, başka sektör ve sanayilerde istihdam edemeyeceği ciddi bir işgücü fazlası vardır. Konfeksiyon sektörünün, özellikle işgücüne katılma güçlüğü olan bayan işçileri istihdam ettiği düşünülürse, bu sektör önemli bir sosyal denge görevi de görmektedir.
g) 1980’lerin başından bu yana tekstil ve konfeksiyon dışsatımına alışmış ve bu işi öğrenmiş birinci, ikinci ve hatta üçüncü kuşak bir girişimci patron birikimi vardır.
Eğer bugün hâlâ İtalya ve Almanya gibi, Türkiye’ye göre işgücü maliyetinin on kat daha pahalı olduğu ülkeler (geliştirdikleri çeşitli yöntem ve stratejiler ile), Türkiye’den bile fazla tekstil ve konfeksiyon dışsatımı yapabiliyorlarsa, Türkiye’nin de daha uzun yıllar bu sektörde var olacağını söylemek hiç de yanlış olmaz.
Öte yandan Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü, 1980 ve 1990’lı yılların o parlak ve şaşalı günlerini çoktan arkasında bırakmıştır.
Küreselleşme ve uluslararası keskin rekabet çok somut bir gerçektir ve her alanda olduğu gibi, “değişmeyen; güne uymayan firmalar” mutlaka pazardan çekilmek zorunda kalacakladır. Yani artık, geçmiş bazı yıllarda olduğu gibi, “neyi, nasıl ve kaça üretirsen üret para kazanırsın” günleri sona ermiştir.
Türkiye’nin, “insanı bu kadar eğitimsiz, nüfus artışı bu kadar yoğun ve refah düzeyi ülke içinde bu kadar adaletsiz dağıtılmışken”, tekstil ve konfeksiyon sektöründen vaz geçmesi olası değildir.
Bırakın tekstil ve konfeksiyon sektörünü, yukarıda saydığımız toplumsal yapı değişmeden, Türkiye’nin inşaat ve turizm sektörlerinden vazgeçmesi de kesinkes olası değildir. Türkiye’nin bu yapı içinde yapması gereken, şu anda inşaat ile turizm arasında başlayan işbirliğine, hazırgiyim ve turizm arasında birbirini besleyen bir sinerjiyi de eklemesidir.
Başbakanımız Tayyip Erdoğan, bundan birkaç ay önce muhalefet liderini, “yaşamında üç koyunu bile gütmemekle” suçlamıştı. O zaman Tayyip beye destek vermiştik.
Bakalım şimdi yaşamında üç koyun gütmeyenler AKP’li olunca ekonomiden sorumlu bakan olabilecekler mi, birlikte yaşayarak göreceğiz...
KAYNAK : Referansgazetesi / Ertuğ Yaşar

Hiç yorum yok:

yazarlar

ads