news

28 Aralık 2007 Cuma

Türkiye'nin yeni reklam sloganı: 'Herkese Açık'


Türkiye'nin 2008 reklam
kampanyalarında kullanılacak görsellerin alt sloganı, "Turkey, Open for
everyone - Türkiye, Herkese açık" olacak. "2010 İstanbul Kültür
Başkenti" afişlerinin sloganı ise "Promise of life - Yaşam vaadi."
Reklam afişlerin çerçevesini Türk kahvesi ve çini motifleri resmi
süsleyecek.

AA muhabirinin Kültür ve Turizm Bakanlığından aldığı bilgiye göre,
gelecek yıl 83 ülkede, 10 grupta, 10 reklam şirketinin yürüteceği reklam
kampanyalarının görselleri belli oldu. Buna göre,
Türkiye'nin 2008 reklam kampanyalarında kullanılacak görsellerin alt
sloganı sloganı, daha önce kullanılan ve çok beğenilen "Welcomes you"
ile Mevlana'nın "Gel, kim olursan gel" sözlerini çağrıştırır
nitelikte: "Turkey, Open for everyone - Türkiye, Herkese açık."
Reklamlarda Türkiye'nin tarihi, doğal güzellikleri ile yemekleri
sunulacak. Afişlerde, Türkiye'de tatil yapan mutlu kişi görüntüleri yer
alacak.
Reklam afişlerin çerçevesini Türk kahvesi ve çini motifleri resmi
süsleyecek.

-"HOŞGÖRÜ EVİ"-

Aynı zamanda, Türkiye'de Musevilik, Hristiyanlık ve İslamın bir arada
olduğunu vurgulamak için "Hoşgörü Evi" sloganı kullanılacak.

Bu sloganın olduğu afişteki açıklama ise şöyle:
"Bu ilim toprağı, uyum ve hoşgörü içinde yaşayan farklı dinler, ırklar
ve milletlerin beşiği olmuştur. Çok sayıda kilise ve sinagog Anadolu'da
yerleşmiştir. Hoşgörü ortamında büyütülen nesiller, bu toprakların eski
sahiplerinden miras kalan bu mabetleri ve sanat çalışmalarını korumayı
başarmıştır."
"Tarihi keşfet" sloganının olduğu afişte, Hz. İsa ile İstanbul'daki
camiler bir arada verilecek.

-"HER RUH HALİ İÇİN YEMEK"-

Türk yemeklerinin tanıtıldığı afişlerde "Food for every mood - Her ruh
hali için yemek" sloganı kullanılacak.

Afişte yer alacak açıklama da şöyle:
"Bu cömert topraklar size muazzam bir iklim, zengin sebze mutfağı ve
taze et sunuyor. Çeşitlilik, Türk mutfağının en önemli özelliğidir. 1000
yıllık tarihe sahip Osmanlı mutfağı, Türk mutfağını olgunlaştırmıştır.

Balık, et, sebzeler ve hamur işleri birçok şekilde sunulabilmekte; tüm
lezzetlerin taze ve doğal olduğundan emin olabilirsiniz."

-İSTANBUL "YAŞAM VAADİ" SUNACAK-

Gelecek yılki reklam kampanyalarında İstanbul'un 2010 yılında kültür
başkenti olacağı vurgulanacak.

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" konulu reklam afişlerinde,
"Promise of life - Yaşam vaadi" sloganı kullanılacak.

İstanbul'daki Kapalı Çarşı, Beyoğlu, Topkapı, Ayasofya'daki Hz. İsa
figürü ile hamamlar ve şehrin diğer güzellikleri afişlerde küçük kareler
içinde verilecek. Ayrıca, İstanbul için "Kültürel hazine" ifadesi
kullanılacak ve "İstanbul, Avrupa ile Asya'nın zarif karışımını
sunuyor" denilecek.

25 Aralık 2007 Salı

PATATES TARLASI by D. L. Weatherford

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.

Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden, kendimi çok kötü hissediyorum.
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bicekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler
Baban


Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.
Babacığım,
Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.
Sevgiler
David

Ertesi gün sabaha karşı saat 04:00' de FBI ve yerel polis çıka geldi ve tüm sahayı kazdılar, lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler.
Ayni gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.
Babacığım,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.
Sevgiler < /B>
David

BİR GÜÇLÜKLE KARŞILAŞTIĞINIZDA, KENDİNİZE BİR KAÇIŞ YOLU DEĞİL, BİR
ÇIKIŞ YOLU ARAYIN.

Mutluluk sahte, salaklık hakiki by Mine G. Kırıkkanat

Bir dünya düşünün ki çocuklar, arabası “baba” olana baba diyor. Büyüyünce akıllanmıyor, bisküvi yiyince astronot olup uzaya gidiyor.

Delikanlılık döneminde kraker ısırınca, komşu kıza göbek attırıyor.

Zaten daldırma çayla kız tavlıyor, kahve içerken de âşık oluyor. Ama ne kadar aptal olursa olsun, kız sürdüğü kokuya vurgun! Onu terk edemiyor.

Fakat kablolu televizyonu yoksa ve Amerikan dizisindeki “artizin” sütyen rengini bilemezse, abazan kalıyor...

Mecburen, sakalını traş ettiği jiletin içinden çıkan robot kızla idare ediyor.

Sonunda ne sürdüğü parfüm, ne traş losyonu, ama lipofize kahvesinin saldığı kimyasal fındık kokusu sayesinde bir kıza yamanıyor.

***


Kavga mı edecekler? Daha keskin olamayan cep telefonlarıyla birbirlerinin üstünü başına parçalayarak dövüşüyorlar.

Zarar yok! Toplu tarifeden cep telefonuyla gece gündüz ucuza konuşup barışıyorlar.

Arabalarına benzin doldururken, eşek arısı kılıklı kız öyle çok çip para veriyor ki, bedava yaşayacaklarına inanıp evleniyorlar.

Evlenmeye karar vermelerinde tabii mobilyada “eskiyi getir yeniyi götür” kampanyasının, Seda Sayan’ın şakıdığı halıların, bir türlü hızlanamamasına karşın Mazhar gitar tıngırdattıkça temizlenen internetin de etkisi var.

Hanım da kendi kendine dolan buzdolabı, sofrayı toplayan bulaşık makinesi, kocasının televizyon gibi seyrettiği sessiz çamaşır makinesiyle mutlu olabiliyor, zaten. Lekeleri soğuk suda çıkaracak deterjanı buldu mu, tamam. Bir de içine makineyi kireçten koruyacak tableti koyduysa, ver eline buharlı ütüyü, değme keyfine.

Bey dersen, kuru fasulyenin içindeki üç beş fazla sucuk halkasına kaynanayla kaynatayı bile çekmeye hazır.

Zaten koku sürmediği, traş olmadığı ve sucuk yemediği zamanlar, maç seyrederek mutlu, gol atılınca orgazm oluyor daha çok.

İki maç arasında ayağa uygun bir kredi bulup çocuk yaparlarsa, yavrunun istikbali tabii ki kredi hesabında.

***


Çocuğun bakımı da pek kolay; bağlıyorsun altına peti, şarkı söyleyip dans ediyor. Ancak çişini söylemeye hiç niyeti yok: Litrelerce işese de kuru kaldığından, poposunda bir paketle dolaşmaktan hiç rahatsız değil!

Bir şekilde büyüyüp gurbete mi gitti? Bu sefer evinizde bal arısı kılıklı çocuklar beslemeye başlıyorsunuz, sizi cep telefonuyla özlediğiniz yavrularınıza bağlıyor, hatta bazen İngiltere’den bile getirip kavuşturuyorlar.

Ve Türkiye böyle yaşayıp gidiyor, sayın seyirciler!

***


Yoksa sizin yaşamınız reklamlardaki gibi değil mi?

Nasıl yaşıyorsunuz peki? Reklamlardan sonra başlayan dizideki gibi mi? Hangi oyuncuya âşıksınız, hangi hikâye sizin hayatınız, hangisi sizsiniz o dizilerdeki?

Belki de cehalet yarışmalarını, kim daha talk salak şovlarını, lahmacun kralının ince kıyılmış soğan esprilerini, mutasyona uğramış hadım evladının müzik otoriteliğini seyredip gülüyorsunuzdur, kah kah.

Oysa siz yaşarken ekran tefecilerine borçlandığınız hayali bir dünyada, gerçek dünyada bir çocuk, taş doldurduğu sırt çantasıyla denize atıyor kendisini, cennet vaadinin peşinde. Hocalar, kızların içindeki cini çıkarmak için uçkur çözüyor. Atatürk ve rasyonel mantık okul kitaplarından çıkarılıyor, İsviçre dağlarının kızı Heidi romanındaki büyükanne hidayete erip tesettüre giriyor, 5 bin imam hatip de yargıçlığa ve savcılığa hazırlanıyor, zaten.

Siz reklamlardaki Türkiye’yi borçlanarak yakalamaya ve ödünç yaşamaya çalışırken satın alamayacağınız mutlulukları, çocuklarınızın çocuklarına ödetilecek dış borç yükleniyor sırtınıza.

Türkiye din diktatörlüğüne kayıyor, sattılar sizi, sattılar kadın erkek eşitliğini, laikliği, hukuk devletini. Ne gam?

Reklamlardaki Türkiye’de Atatürk hâlâ yaşayıp bahçelerden gül derlediği ve siz de televizyon karşısında Ayşe Teyze’nin cipslerini atıştırdığınız sürece...

Selamünaleyküm Türkiya!

Esselamünaleyküm ve tayyibullah!!

14 Aralık 2007 Cuma

Anne babalara ve yeni olmuslara ve olacaklara - Dogan Cuceloglu

Kaliforniya'da Long Beach sehrindeki Eyalet Universitesi'nde ogretim
uyesi olarak ders verirken, ayni somestrde benim iki dersimi alan bir
kiz ogrencim dikkatimi cekmeye baslamisti. Bu genc bayanin su
ozelliklerinin farkina varmistim: Her seyden once cok guzel bir kizdi;
gozum gayri ihtiyari ona gidiyordu. Ikinci olarak cok iyi bir
ogrenciydi; butun sinav ve odevlerde en yuksek notu o aliyordu.
Ayrica, cok hanimefendi, cok nezih bir kisiligi vardi. Bolumun bir
pikniginde kiz ogrencimin nisanlisiyla tanistim ve itiraf edeyim, ilk
aklimdan gecen, 'Armudun iyisini ayilar yer' dusuncesi oldu. Yukarida
ozelliklerini saydigim o guzel kizin bana tanistirdigi erkek, yirmi
yedi-yirmi sekiz yaslarinda, saci biraz dokulmus, sisman denecek kadar
toplu, cirkin, kisa boylu biriydi.

Bu kisiye parasi icin yuz vermis olabilecegini dusundum. Daha sonra
ogrendim ki, bu genc adamin parasal gucu yok; baska bir universitenin
psIkolojik danismanlik bolumunde doktora ogrencisi olarak okula devam
ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapip profesor olmak
istiyor.

Acaba benim guzel ogrencim bu adamda ne bulmustu? Bir hafta sonra ders
cikisi koridorda ogrencimin yanina yaklastim ve Sally adiyla anacagim
ogrencimle aramizda soyle bir konusma gecti:

'Sally, nisanlinla nasil tanistiginizi merak ediyorum?

'Bir kilise faaliyetinde ayni komitede calistik; o zaman tanidim kendisini '

'Nesi seni etkiledi; hangi ozelliklerini sevdin?

Sally, bir Amerikali olarak bu soruyu hic beklemiyordu. Amerikan
kulturunde, bu tur sorular kisinin mahremiyetine tecavuz olarak kabul
edildiginden pek sorulmaz. Amerikan kulturune gore ben o anda
Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'

Saskinligi gecince cok icten, gozlerinin ici gulerek, 'O sahane bir
insan; o benim kahramanim! Ben ondan cok seyler ogrendim' dedi.

O anda ilk hissettigim sey kiskanclik duygusu oldu. Guzel bir kadinin
erkegine, 'Sen benim kahramanimsin' duygusu icinde bakmasinin erkege
verilmis en buyuk hediye oldugunu hissettim ve anladim. Bu hediyeyi,
hayatim boyunca hic almadigimi biliyordum ve o kisiyi kiskandim.

'Nasil yani?' dedim.

'Frank bir yetimhanede buyumus. Yetim olmanin ne demek oldugunu
bildigi icin, universite ogrencisi olunca, yetimhaneden iki cocuga
agabeylik yapma karari almis. Haftada on saatini onlara ayiriyor;
onlarla bulusup oynuyor, kitap okuyor, onlari muzeye goturuyor.
Onlarin iyi gelismesi icin elinden geleni yapiyor. Biri ameliyat oldu,
hastanede yatiyor ve Frank simdi aksamlari hastanede kaliyor, geceleri
ona bakiyor.'

Yuzume tokat yemis gibi oldum. Utandim. Kendime kizdim. Ben guya en
yuksek egitim duzeyine gelmis biriydim ve karsimdakini hala dis
gorunuse gore yargiliyor ve onu 'ayi' olarak goruyordum. Icimdeki
pislikten utandim. Bir sure sonra Sally'nin icinde yetistigi aile
ortamini merak etmeye basladim. Soyle bir mantik yuruttum: o adama
baktigim zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayilar yer' diye dusundum?
Cunku ben, icinde yetistigim ortamda sIk sIk bu benzetmeyi duyarak
buyumustum. Icinde yetistigim ortam beni nasil etkilemisse, Sally'nin
icinde yetistigi ortam da onu oyle etkilemis olmaliydi.

Birkac hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturdugunu sordum. Los
Angeles'in uc yuz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmis.
Onun ailesiyle tanismak istedigimi, bunu mumkun olup olamayacagini
sordum. 'Kendilerine bir sorayim, eminim sizinle tanismak
isteyeceklerdir,' dedi ve iki gun sonra, 'Ailemle konustum; sizinle
tanismaktan mutlu olacaklarini soylediler,' dedi. Dort-bes hafta sonra
San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yasadigi kasaba
yolumun ustundeydi, onlara ugrayabilir, onlarla tanistiktan sonra
yoluma devam edebilirdim.

Bu planimi Sally'e soyledigimde Sally, 'O gun ben de aileme
gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz,' dedi. Ailesine haber
verdi. Onlar da sabah kahvaltisina gelmemizi soylemisler. Long
Beach'ten sabahin altisinda yola ciktik ve dokuz bucuk civarinda
Sally'nin agabeyi Brian'in evine vardik. Sally'nin babasi George orada
bulusmamizi uygun gormus. Cok guleryuzlu bir aileydi. Brian'in, en
ufagi dort yas civarinda dort cocugu vardi.

Ziyaret ettigim bu guleryuzlu sicak ailede, iki olay gercekten
dikkatimi cekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babasi George'un
torunlariyla konusurken onlarin goz hizalarina inmesiydi. Bunu o kadar
dogal yapiyordu ki, artik farkina varilmadan yapilan bir davranis
oldugu belliydi. Sally'ye, babasinin torunlariyla hep boyle mi
konustugunu sordum. 'Evet' yanitini alinca, kendisi cocukken de
babasinin, onunla goz hizasina inerek mi konustugunu sordum. 'Evet,
biz boyle biliyoruz. Agabeyim Brian da cocuklariyla boyle konusur; ben
de kendi cocuklarimla boyle konusacagim. Biz boyle biliyoruz', dedi.
Tuylerim diken diken oldu. Ben universite ogretim uyesiydim ve insan
psIkolojisi benim uzmanlik alanimdi ama uc cocugumdan hicbiriyle goz
hizasina inerek konustugumu hatirlamiyordum. Kendime kizdim; sonra
kendime kizmaktan da vazgectim, beni yetistirenlere kizdim. Sonra
onlara kizmaktan da vazgectim ve butun nesilleri yetistiren kultur
ortamina kizdim. Daha sonra kimseye kizmayacagimi anlayarak, oradaki
ogrenme firsatindan yararlanmaya karar verdim. Torunlarinin onunde diz
cokerek konusan dede George'a 'Beyefendi, cocuklarin goz hizasina
inerek konusuyorsunuz!' dedim. Bana biraz saskinlikla gulumseyerek,
'Tabii, onlar kucuk insanlar!' yanitini verdi. Oyle bir bakisi vardi
ki, bu bakis sanki 'Bu kadar dogal bir sey ki, herhalde bunu herkes
yapiyordur; sen yapmiyor musun?' diyordu.

O bakisa karsi butun yaptigim, mahcup bir gulumseme oldu.

Bu guleryuzlu sicak ailede dikkatimi ceken ikinci olay, Sally'nin
agabeyi Brian'in davranisi oldu. Brian, Pasifik ulkeleriyle ticaret
yapan, oldukca varlikli biriydi. Evlerinin buyuklugunden, yuzme
havuzundan, ciftliklerinden, arabalarinin turunden ailenin zenginligi
belli oluyordu. Kahvaltidan sonra saat on bir dolaylarinda telefon
caldi ve Brian bir sure telefonla konustu. Ofisten ariyorlarmis,
Koreli bir isadami Los Anegeles'ta imis, kendisiyle gorusmek icin
helikopterle saat 14'te gelmek istiyormus. Baska bir randevusu
oldugunu soyleyerek bu teklifi reddetmis olan Brian, bize durumu soyle
acikladi: 'Dort cocugum var ve her hafta biriyle dort saat basbasa
geciririm. Bugun dort yasindaki kizim Mary'le randevum var. Cocuklar
cok cabuk buyuyorlar, eger dikkat etmezsen, bir bakiyorsun, buyumusler
ve onlarla beraber zaman gecirme olanagi kaybolmus.

Brian'in yasam vizyonunu sormadim, ama davranisindan nelere oncelik
verdigi belli oluyordu. Brian icin cocuklari suphesiz en az isi kadar
onemliydi. Brian'in yasaminda bununla ilgili bir pismanlik duygusu,
bir 'keske' olmayacak.

Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulasir miydi?'

'Evet', dedi, 'yalniz benimle degil, her cocuguyla sirasiyla basbasa
zaman gecirirdi. Ve ilave etti, 'Biz boyle gorduk, boyle biliyoruz.
Benim cocugumun da babasi boyle yapacak!'. Gulumseyerek, 'Nereden
biliyorsun?' diye sordum.

'Biz Frank'le konustuk' diye cevap verdi. Yine icim ciz etti. Daha
dogmadan cocugun gelisme ortamiyla ilgili bir bilinc olusmustu.

Kendi cocuklarima icim yandi. Evlenmeden onceki bilincimi, kafamin
karmasIkligini, evlendigim kiza ettigim eziyetleri ve ondan da acisi,
kendi yavrularima cektirdigim acilari dusundum. Biraz daha dusununce
kendimin de aci cektigini anladim ve bu sefer kendi cocukluguma icim
yandi. Daha sonra babamin, anamin cocukluguna icim yandi. Ve son durak
olarak ulkemin tum cocuklarina icim yandi.

Yine kimseye kizamayacagimi anlayinca, 'bundan sonra ne yapabilirimle
ilgili dusunmeye karar verdim. Iste degerli okurum; yazdigim kitaplar,
verdigim seminerler, hazirladigim televizyon programlari, 'Ne
yapabilirim?' sorusuna verdigim yanitlarin ogeleridir. Sally'nin
icinde yetistigi ortami gormus ve anlamis biri olarak onun
davranislarina simdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, icinde
yetistigi ailede, varolusun bes boyutunu da doya doya yasayabilmisti.
Cocugun hizasina inerek onunla goz goze konustugunuz zaman cocuk, 'Sen
varsin, sen dogalsin, sen degerlisin, sen guclusun ve sen sevilmeye
layiksin', mesaji alir ve cocugun CAN'i beslenir.

Cocuguyla randevusuna sadik kalan baba, 'Seninle zaman gecirmek
istiyorum, seni ozledim', mesajini guclu olarak verir. Cocuk bu mesaji
zihinsel olarak degil, sezgisel olarak alir ve aldigi bu sezgisel
mesajlar sayesinde cocugun hamuru, 'Ben sevilmeye layik biriyim!' diye
yogrulur.

Bir ana babanin cocuklarina verebilecegi en buyuk miras, varolusun bes
boyutunda beslenmis ve buna inanmis guclu bir CAN'dir.


Dogan Cuceloglu

10 Aralık 2007 Pazartesi

Büyümede sert fren

Son beş yılda hızlı bir büyüme kaydeden Türkiye ekonomisi, bu yılın üçüncü çeyreğinde sert bir fren yaptı.

Gayri safi milli hasılada (GSMH) yılın üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2 büyüme yaşandı. Büyümenin düşük çıkmasında tarımdaki yüzde 7.8'lik küçülme etkili oldu. Kesintisiz büyüme rekoru 23 çeyreğe ulaşmakla birlikte son 22 çeyreğin en düşük oranlı büyümesi kaydedildi. Tümünde yüzde 5 büyüme hedeflenen bu yılın ilk dokuz aylık döneminde GSMH büyüme oranı yüzde 4 olarak gerçekleşti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), üretim yöntemiyle hesaplanan gayri safi milli hasıla (GSMH) ve harcama yöntemiyle gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) gerçekleşmelerini açıkladı. Buna göre, yılın Temmuz-Ağustos-Eylül dönemini kapsayan üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre GSMH cari fiyatlarla yüzde 7.5 artışla 190 milyar 990 milyon YTL, sabit fiyatlarla ise yüzde 2 artışla 48.1 milyon YTL oldu. GSMH, dolar cinsinden ise yüzde 23.1 artarak 146 milyar 804 milyon dolar düzeyinde oluştu.

DOKUZ AYLIK BÜYÜME YÜZDE 4


Yılın ilk dokuz ayı itibariyle GSMH geçen yılın eş dönemine göre cari fiyatlarla yüzde 11.7 artarak 468 milyar 465 milyon YTL, sabit fiyatlarla ise yüzde 4 artışla 120.9 milyon YTL oldu. Dokuz aylık dönemde 348 milyar 661 milyon dolar düzeyinde gerçekleşen GSMH'da geçen yıla göre dolar cinsinden artış da yüzde 19.3 düzeyinde gerçekleşti.

SON 22 ÇEYREĞİN EN DÜŞÜK BÜYÜMESİ

GSMH'da kesintisiz büyüme rekoru 23 çeyreğe çıkarken, son 22 çeyreğin en düşük oranlı büyümesi kaydedildi. Ağır ekonomik kriz yılı olan 2001'de yaşanan hızlı küçülmenin ardından 2002'nin ilk çeyreğinde yüzde 0.6 büyüme kaydedilmiş, izleyen çeyreklerde ise yüzde 10'ları aşan rekor büyüme oranları yaşanmıştı. Anılan dönemde 2002'nin ilk çeyreğindeki yüzde 0.6'lık büyümeden sonra, en düşük büyüme oranı, bu yılın üçüncü çeyreğinde kaydedildi.

Bu arada TÜİK, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3.9 olarak açıkladığı büyüme oranını da yüzde 4.1'e revize etti.

TARIMDA HIZLI KÜÇÜLME

Yılın üçüncü çeyreğinde büyümede yaşanan sert frende, tarım sektöründeki yüzde 7.8'lik küçülme etkili oldu. Tarım sektörü ilk çeyrekteki yüzde 2.9'luk büyümenin ardından, ikinci çeyrekte yüzde 2.1 küçülmüştü. Böylece tarım sektöründe Ocak-Eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5.6'lık bir küçülme yaşandı.

Milli gelirde yüzde en büyük paya sahip olan sanayinin ilk çeyrekteki yüzde 7.5 ve revize verilere göre ikinci çeyrekte yüzde 4 olan büyüme hızı, üçüncü çeyrekte yüzde 3.7'ye düştü. Sektörde Ocak-Eylül dönemi itibariyle büyüme oranı yüzde 5 düzeyinde oluştu.

Sanayiden sonra en fazla ağırla sahip sektör olan ticarette ilk çeyrekte yüzde 6.5, ikinci çeyrekte yüzde 3.4'e gerileyen, büyüme oranı üçüncü çeyrekte yüzde 1.3'e kadar indi; ilk dokuz ay itibariyle büyüme yüzde 3.4 oldu.

Serbest meslek ve hizmetlerde ilk üç çeyrek itibariyle büyüme oranları sırasıyla yüzde 4.7, yüzde 4.1 ve yüzde 1.1; dokuz aylık büyüme ise yüzde 3 oldu.

Ulaştırma ve haberleşme sektörünün ilk çeyrekte yüzde 5.8, ikincide yüzde 4.1 olan büyüme, üçüncüde yüzde 3.6'da kaldı, dokuz aylık dönemdeki büyüme yüzde 4.4 olarak gerçekleşti.

Son yıllarda oldukça hızlı bir büyüme trendi izleyen inşaat sektörü de fren yaptı. İnşaatta ilk çeyrekte yüzde 16.5, ikincide yüzde 15.7 olan büyüme oranı üçüncü çeyrekte yüzde 5.4'te kaldı. İnşaat sektörü yılın ilk dokuz ayında yüzde 11.5 büyüdü.

GSYH BÜYÜME ORANI YÜZDE 1.5

Üretim yoluyla hesaplanan gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) göre ise üçüncü çeyrekte büyüme sadece yüzde 1.5 düzeyinde gerçekleşti. Üretim yöntemiyle hesaplanan GSYİH, geçen yılın aynı dönemine göre cari fiyatlarla yüzde 7.2 artışla 190 milyar 634milyon YTL, dolar cinsinden yüzde 22.8'lik artışla 146 milyar 541 milyon dolar, sabit fiyatlarla yüzde 1.5 artışla 48.3 milyon YTL düzeyinde gerçekleşti.

Üretim yöntemiyle GSYİH, dokuz aylık dönemde cari fiyatlarla yüzde 11.6 artarak 468 milyar 212 milyon YTL, dolar cinsinden yüzde 19.2 artışla 348 milyar 472 milyon dolar, sabit fiyatlarla ise yüzde 3.8'lik artışla 121.7 milyon YTL oldu.

4 Aralık 2007 Salı

YAŞAMA ANLAM VE BOYUT KATAN İKİ ŞEYİN ÖNEMİ

İki şey insanı "Nitelikli İnsan" yapar :
1- İradeye Hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey "Ekstra Değer" katar :
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır :
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar :
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar :
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır :
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır :
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır :
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve herşeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller :
1- Aşırılık (mübağala, abartı, ifrat, tefrit)
2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir :
1- Tebessüm (gülümseme, sırıtma veya kahkaha değil)
2- Sükut (susmak)

İki şey "Kalitesiz İnsan" ın özelliğidir :
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer :
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller :
1 - Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek )

3 Aralık 2007 Pazartesi

DEPREM

Adım Doug Copp. Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. 875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturdum, ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesiyim. 2 Yıl boyunca birleşmiş milletler felaket 'azaltma' uzmanıydım. 1985'ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felaketlerde çalıştım.
1996'da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, İstanbul belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar.
İçinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. On maket 'çömel ve korun' metodunu uygularken, 10 maket 'hayat üçgeni' metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film 'çömelip korunan/saklanan' kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu.
Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye'de ve Avrupa'nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika'da RealTV programında izlendi.
Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu 'ayıptı, gereksizdi' ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum.
Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim 'hayat üçgeni' dediğim alandır.
Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir. Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler.
Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir. Deprem anında hayatta kalma, ailelerine bakma ve başkalarını kurtarma hakkında 750 bin nüfuslu Trujillo kentinin İtfaiye bölümünü eğittim. Trujillo İtfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür.
Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir: 'Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek Kardeşimin motosikletinin yanında oluşan 'hayat üçgeni' içinde hayatta kaldım.
Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler (isim, adres vb detayları anlatıyor). Ben hayat üçgeninin yaşayan örneğiyim. Ölen arkadaşlarım 'çömel ve korun' örnekleridir.
DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ
1) 'Binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı gerçekleşene kadar. Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir.
Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü. Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur.

2 Aralık 2007 Pazar

Tasarim Sahaseri :ISTANBUL

Garibanin uc kurusa karnini doyurdugu yerlerin adi da, "simit sarayi..."
Bostanci'da bostan yok.
Tahtakale'de kale yok.

Yedikule zindanlarinda konser veriliyor.
Sultanahmet Cezaevi desen, 5 yildizli otel...
Topkapi Sarayi.
Ciragan Sarayi.
Dolmabahce Sarayi.


Ata
sehir?
Kadikoy'e bagli.
Ahirkapi'ya gemi baglaniyor!
Bayrampasa'nin, adi bayram, kendi cezaevi.
Akmerkez, mavi.
Sehirlerarasi yolcu otobuslerinin yuzde 99.9'u Anadolu'ya gider...
Otogari Avrupa'da.
Bakirkoy, hem bakir, hem koy...
Altinsehir, hem altin hem sehir, gecekondu
Baraja ev yapiyorlar.
Cesmelerden deniz suyu akiyor.
Misir Carsisi'nda misir bulamazsin.
Manifaturacilar Carsisi'nda plak satiliyor.
Sahaflarda, hali var.
Kapalicarsi, turistlerin carsiya ciktigi gun, kapali
Olimpiyati yok.
Olimpiyat Stadi var.
3 kilometreyi 3 saatte gidersin...
Formula pisti var.

Facebook alters notifications after privacy furor

SAN FRANCISCO (Reuters) - Confronted with mounting privacy protests, Facebook.com has scaled back a Web monitoring feature that notifies one's friends when the Facebook user visits affiliated Web sites, the company said on Thursday.

In a statement, the Palo Alto, California-based company said it was making a several changes to a recently introduced feature called "Facebook Beacon" in the wake of a petition signed by 50,000 Facebook users to scale back the feature.

The changes announced by Facebook promise to give users some improved controls over what information about a user's Web activity is broadcast to friends and also improves notifications to users before releasing user data to other Facebook users.

The protest was started by online activist group MoveOn.org, who set up a petition on its Web site at http://civ.moveon.org/facebookprivacy/?rc=fb_front/calling on Facebook to give users a simple way to opt out of Beacon.

There have been several other protests, including a petition group in the Facebook site itself called "Facebook, stop invading my privacy."

Facebook is a nearly 4-year-old site that has exploded in popularity since May, when it opened up to let independent software develops build their own applications on the site. It has grown by nearly fivefold to 55 million users in a year.

Recently, the company introduced Beacon as a way to keep one's network of friends on Facebook informed about one's own Web surfing habits on other Web sites. Critics argued this transformed Facebook from a members-only site known for privacy protections into a diary of one's wider Web activities.

The MoveOn.org petition begun on November 20 attracted 5,000 backers that day, 25,000 by Monday and 50,000 on Thursday.

The petition relayed the anecdote of a "Matt in New York" who, it said, already knew what his girlfriend had purchased him for Christmas because the Facebook Beacon feature had broadcast where his girlfriend had gone shopping online.

"Why?" the petition asked. "Because a new Facebook feature automatically shares books, movies, or gifts you buy online with everyone you know on Facebook."

The protest was far from a rejection of Facebook.

The site read: "A lot of us love Facebook -- it's helping to revolutionize the way we connect with each other. But they (the company) need to take privacy seriously," the petition pleaded.

It was the second major privacy protest by Facebook members that has led the site to back off new features. In September 2006, a university student-led protest attracted more than 700,000 signatories to a petition to improve privacy features inside the Facebook site itself. (Editing by Doina Chiacu)

18 Kasım 2007 Pazar

İşyeri bilgisayarını kişisel işinde kullanan tazminatsız işten atılır by Sukur Kizilot

BİLGİSAYAR olayı, günlük yaşantımızın adeta bir parçası oldu... Tıpkı cep telefonu gibi.

Çok kişi birbirine "Bilgisayar ve cep telefonu yokken, ne yapılıyordu?" diye soruyor.

Yazı konumuz olan işyerlerindeki bilgisayara gelince... Bazen iş için bazen de kişisel amaçlı kullanılıyor.

Özellikle şirketlerdeki bilgisayarın, kişisel işlerde kullanılması, ciddi sorunlar yaratabiliyor hatta o işçinin, tazminat ödenmeksizin işten çıkarılmasına bile neden olabiliyor.

HAKLI NEDEN

Yaşanmış ve yargı kararı ile kesinleşmiş, somut bir olay var.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesinde; iş sözleşmesinin, işveren tarafından işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından kaynaklanan, geçerli bir sebebe dayanılarak feshedilebileceği belirtiliyor. Bu sebepler ancak işyerinde olumsuzluklara yol açması halinde, fesih için geçerli bir neden olabiliyor.

Yargıtay’a intikal eden somut uyuşmazlıkta;

"İşçinin şirket bilgisayarını, mesai saatleri içinde, kişisel mailinde kullandığı, bir haberi, işyerinde çalışan bir çok arkadaşının mailine gönderdiği anlaşılmaktadır. İşçinin bu davranışı, şirketin iç işleyişi ile ilgili düzenlenmiş kurala aykırı olduğu gibi, işçinin; mesai saatleri içinde, kişisel ihtiyaçlarında, işyeri bilgisayarını kullanarak, iş görme yükümlülüğünü yeterince yerine getirmediği, bu davranışının da işyerinde olumsuzluklara neden olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, iş sözleşmesinin feshi olayının geçerli nedene dayandığına..." oybirliğiyle karar verilmiş (Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin, 5.2.2007 Tarih ve E.2006/30107, K.2007/2011 sayılı kararı).

OLAY CİDDİ

Görüldüğü gibi, mesai saatleri içinde, şirket bilgisayarının kişisel amaçla kullanılıp, işle ilgilenilmemesi, işveren açısından, işçiyi işten çıkarmak için "geçerli bir sebep" olarak kabul edilebiliyor.

Bilgisayarın, günlük yaşantımızın bir parçası olduğu şu dönemde, Yargıtay’ın yukarıda özetine yer verilen kararı, çalışanlar açısından son derece önemli.

Özellikle şirketlerde çalışanların, bilgisayar kullanırken dikkatli olmalarında yarar var.

25 yıllık sigortaya 50 Yeni Kuruş ödeme

MUSTAFA Buğday, 82 yaşında ve maddi durumu iyi olmayan, Adanalı bir vatandaş.

1971 yılından itibaren, 25 yıl süreli Serbest Meslek Hayat Sigortasına "kár paylı hayat sigortası" yaptırıyor ve her ay düzenli olarak 100 lira ödüyor (O tarihte 100 liraya, bir Cumhuriyet altını alınabiliyor).

1996 yılında, prim süreci bitiyor ve kendisine yapılacak ödemeleri bekliyor. Yazışmalar, sorular, yanıtlar vs. derken, 10 yıl sonra ödeme ile ilgili yazı geliyor.

Gelen yazıda, 25 yıl süre ile her ay ödediği 100 YTL’nin karşılığı olarak "ülke ekonomisindeki hızlı değişiklikler, yüksek enflasyon, paramızın inanılmaz boyutlarda değer kaybetmesi nedeniyle" kár payı ilavesi ile 0,50 YTL yani 50 Yeni Kuruş ödeneceği belirtiliyor.

İnanılması zor bu olayın tüm belgeleri elimizde.

Ne diyelim, kár payı dahil 25 yıl prim ödemeye 50 Yeni Kuruş!..

Peki... Ya kár payı olmasaydı, ne kadar ödenecekti?

Kadın ve erkek

Bazı kadınlar her zaman kandırılabilir. Bütün kadınlar bazen kandırılabilir ama aynı kadınlar aynı erkek tarafından aynı şekilde kandırılamazlar.

Helen Rowland

Erkekler kuş gibidir; çok sıkarsanız boğulur, serbest bırakırsanız uçar.

Sydney Rome

Erkeği ele almak kolay, elden çıkarmamak hünerdir.

Pytagore

Eczacı ve delikanlı

PARİS’te bir eczaneye giren delikanlı, eczacı bayanı görünce geri dönmeye davrandıysa da genç bayanın; "Ne istediniz?" sorusu üzerine durmak zorunda kaldı.

Delikanlı, bayana "Eczacı beyle görüşecektim" der. Bayan ise "Eczanenin sahibi benim. İki de bayan ortağım var. Ne istediğinizi bize söyleyebilirsiniz" deyince delikanlı kızarıp bozararak; "Son günlerde bana bir şeyler oldu. Kadınlar beni çok tahrik ediyor. Üç beş kadın bile yetmiyor. Bunun için bana acaba ne verebilirsiniz?" deyince eczacı bayan; "Bir dakika, içerdeki arkadaşlarımla konuşayım" der ve içeri odaya girer. Arkadaşlarından fikir alıp geri dönünce delikanlıya derdi konusunda çareyi söyler;

"Size ayda sekiz bin Euro verebiliriz. Bizim evde kalırsınız, yiyip içmek de bizden..."

(Teşekkürler Engin EREM)

Kaynana, gelin, görümce

Kaynana çaydanlık gibidir, fokur fokur kaynar.

Gelin demlik gibidir, sinsi sinsi demlenir.

Oğlan bardak gibidir, bir gelin doldurur, bir de kaynana...

Görümce çay kaşığı gibidir, arada bir gelir ortalığı karıştırır.

Çocuk şeker gibidir, ortalığı tatlandırır.

Kayınpeder de çay tabağı gibidir, okkalıca oturur...

(Teşekkürler Av. Zafer KÖKEN)

Acemi şoför

TEMEL ehliyet sınavında kan ter içinde araba sürüyormuş. Hocasına dönüp; "Hocam bu yayalara çok gıcık oluyorum. Ne zaman araba sürmeye başlasam önümden bir oraya, bir buraya koşuşturup dururlar" demiş.

Kurs öğretmeni:

"Sakin ol Temel, sen önce şu kaldırımdan aşağı in, onlar o zaman koşuşturmazlar."

(Teşekkürler İsmail EDEL)

Bir zamanların bakanları

İKİNCİ Dünya Savaşı yıllarında Gazi Lisesi’ni bitiren 2 genç, okulu bitirir bitirmez yurtdışında okumak için gençlerden birinin babası olan, Milli Eğitim Bakanı’na gitmişler.

Bakan, çocukları dinlemiş ve oğlunu dışarı çıkartıp, arkadaşına şunu demiş: "Ben Milli Eğitim Bakanı’yım, eğer oğlumu yollarsam bu yakışık almaz, ama seni yollayacağım."

Bu çocuk savaş yıllarında Alman elçisinin uçağıyla Almanya’ya okumaya uçarken, bakanın oğlu olan arkadaşı da onu uğurlamaya gelmiş ve bütün lise hayatı boyunca yurt dışında okumak hayaliyle biriktirdiği harçlığını da çıkarıp vermiş arkadaşına: "Buna benim artık ihtiyacım olmayacak, sen kullan" diye...

Uçağa binen yolcunun adı; Gazi Yaşargil. (Prof.Dr. Beyin Cerrahı)

Bakanın oğlu ise; Can YÜCEL

Tecrübe, herkesin hatalarına verdiği addır.

Oscar Wilde

13 Kasım 2007 Salı

Dikkat! Düzeltmeler yaklaşıyor

ABD’de işler iyice karıştı, gelen haberler yatırımcıları tedirgin ediyor. Sadece finans kurumları değil, reel sektör şirketleri de zarar açıklıyor. Gözler piyasalarını kurtarıcısı FED’e çevrildi. Kısa vadede yeni bir faiz indirimi gündeme gelebilir. Ancak bu pansuman tedbirler, taşların yerine oturması için yeterli olmuyor. Piyasalar için riskler artıyor.

Geçtiğimiz haftanın finansal piyasalardaki belki de en önemli olayı; ABD’deki General Motors’un beklenenden çok daha fazla ’zarar’ açıklamasıydı. Finansal kurumlardan birbiri ardına zarar açıklanmasını adeta ’kanıksamış’ olan piyasalarda, reel sektörden böylesi zarar gelmesi kafaları karıştırdı. Buna bir de ABD’de devlet destekli mortgage şirketlerinde kamu otoritesinin inceleme başlatması eklenince, hafta ortasından itibaren moraller bozulmaya başladı. Yakında yeniden FED’in faiz indirimi konuşulmaya başlanırsa şaşmamak gerek. Hatta bunu “olağanüstü” toplantıyla bile yapacağı konuşuluyor olabilir. Zira bir sonraki toplantıya neredeyse bir ay zaman var!.. Piyasaların bu kadar dayanması hayli zor görünüyor. FED, nasılsa bundan önce iki defa piyasaları “kurtardı”, bir kez daha kurtarsa ne olur ki?

İndirim işe yaramıyor

FED’in faiz indirimleri hisse senedi piyasalarında kısa vadeli iyimser rüzgârlar estirse de aslında temel olarak pek bir işe yaramıyor. Hele ki hem finansal sektörden, hem de reel sektörden zarar haberleri ya da tahminlerin altında kârlar gelirken...

Kolay spekülasyon

Faiz indirimleri borsaları toparlamaya yetmese de, hisse senedi piyasalarından umudunu kesen hedge fonların emtia piyasalarında daha kolay pozisyon almalarına, bu piyasalarda daha kolay spekülasyon yapmalarına ’yardımcı’ oluyor.Hatırlanacak olursa petrolün varilinin 70’lerden 98 dolarlara; altının ons’unun da 650’den 845 dolarlara çıktığı hareketin başlangıcı; FED’in bankalara sağladığı fonlamanın faizini yüzde 6.25’ten 5.75’e düşürdüğü, 17 Ağustos günüdür.

Petrol ve altın yükselmez

Faiz indirimleriyle başlayan son harekette; petrol, altın, gümüş başta olmak üzere bir çok emtia fiyatı ya tarihi rekorlar kırdı ya da zirve tazeledi. Petrol 100 dolarlık “hedefine” çok yaklaştı. ABD ham petrolünün bir kontratı 98.63 dolar ile “hedef zirvenin” sadece 1.37 dolar altında kaldı. Yakında bir şekilde 100 dolar fiyat ekranlarda “yakılacak” görünüyor. Buralara kadar gelinmişken, insanların aklına bu fiyatı “nakşedebilmek” adına da bu hareketler yapılacak. Önümüzdeki dönemde düşüşler olsa da; yeniden 100 dolara gelinmesi, burası daha önceden görüldüğünden çok da fazla yadırgamayacak. Ha keza altındaki 845-860 bölgesi için de bu sav geçerli.ABD ekonomisinin zafiyet geçirmesi; bir-iki yıllık bir düzeltme dönemine girilme ihtimalinin artması, emtia spekülasyonlarında daha yukarıların görülmesini de zorlaştırıyor. Hatta altın 845 dolar, petrol 98.63 dolar ile zirveler görülmüş bile olabilir. Değilse bile yukarı potansiyel son derece azalmış, düzeltme/düşüş ihtimali artmış görünüyor.

Euronun hedefi 1.50

FED faizleri indirince, faizi düşen dolardan daha yüksek faizli paralara hızlı bir kaçış yaşandı. Bundan da en fazla euro etkilendi ve 1.4752 ile bir rekor da burada yaşandı. Euro/dolar paritesinde 1.50 yeni “hedef seviyesi”. Bu seviyenin görülmesiyle yukarıda sözünü ettiğim düzeltmelerin yıl sonundan önce başlama ihtimalini de yükselecek.

Çin’den gelecek ‘revalüe’ haberi ABD’yi rahatlatacak

Geçtiğimiz haftanın dolar karşısında en fazla direnen “metası” euroydu. Euroda 1.50 hedefi oldukça net olarak önümüzde... Diğerlerinde yeni zirve görülmese bile euro 1.50’yi zorlayacak görünüyor. 1.50 sonrasında ya da geçen Cuma günü görülen 1.4752 seviyesini zirve kabul ettiğimiz takdirde 1.42 ve hatta 1.37’lere kadar bir düzeltme olacak görünüyor. Ancak Çin’den ABD’yi rahatlatacak yuanın hızlı ’revalüe’ edilmesine yönelik bir haber gelmez ise euro paritesindeki düzeltme hareketleri daha yavaş olacaktır.

150 dolarlık hedef başka bahara

Petrolde zirvenin 98.63’te görüldüğünü varsayarsak, düzeltmelerde sırasıyla 91.50, 86.50 ve 83.60 seviyeleri ilk hedefler. Bu arada spekülatörler halen daha 100 dolar diye ’tuttururlarsa’ ellerinin ayarı kaçabilir ve 103.50 hatta 111 seviyelerine kadar bile bir yükseliş olabilir. 150 dolarlık yeni “hedef” bir başka bahara...

Düzeltmede 743 dolara gerileyebilir

Altında; 845 ile kısa vadeli hedefe ulaşılmış durumda. Tıpkı petrol ve euroda olduğu gibi yukarıda 860’da yeni bir zirve hedefi var. Şimdilik 845’in zirve olduğu varsayımıyla; (kaçınılmaz) düzeltmede sırasıyla 797, 767 ve 743 dolar/ons seviyelerinin test edilmesi söz konusu.

Dolar/YTL’de yukarı hareket kaçınılmaz

Dolar/YTL’de 1.1580’in altında bir kapanış olması 1.0440 seviyelerini bile resmin içine sokacaktır. Ancak yukarıdaki tüm düzeltme hareketleri yaşanırken YTL’de de düzeltme kaçınılmaz. 1.2075’in üzerinde kapanış olması; sırasıyla 1.2350, 1.2570 ve 1.2810’a doğru bir hareketi başlatabilir.

10 Kasım 2007 Cumartesi

10 KASIM


8 Kasım 2007 Perşembe

KARIZMAYA BAK!!!!!


Yürüyüsündeki ve davranisindaki karizma tarzi Istanbul'un bir semtine has olabilir, hatta bazi anketlerde !!!! karizmatik seçilebilirsiniz, Ancak gerçek manada Karizmadan bahsedicekseniz, bakin size karizma nasil olur gösteriyor sahsen kendisi.


Dikkat !!!! Bu masada, 32 Kral, 62 Cumhurbaskani oturuyor.


Ilk anda gozunuz kimi goruyor...

7 Kasım 2007 Çarşamba

Petrolün fiyatı 100 dolara dayandı

Petrol fiyatlarının rekor koşusu sürüyor. Asya piyasasında ABD hafif petrolünün varil fiyatı gün içinde 98,17doları görerek yeni bir rekor kırdı.

Bu rekoru gördükten sonra 97,98dolarda karar kılan söz konusu petrolün varil fiyatındaki günlük artış 1,28 dolar oldu.

Petrol fiyatlarının artışında, belli başlı üretim bölgelerindekijeopolitik gerilimler ve rafineri darboğazlarının olduğu kadar, ABD yüksek riskli kredi sektöründe başlayarak mali piyasalara yayılansıkıntının tüm sonuçlarının henüz ortaya çıkmadığını düşünen yatırımcıların güvenli bir yatırım olarak gördükleri petrole yönelmeside rol oynuyor.

6 Kasım 2007 Salı

Zayıf dolar dünyayı sarsıyor!

Dolarda son yıllarda meydana gelen büyük çalkantılar yüklü miktarda satışlara neden oldu. İstikrarını kaybeden dolar bir süredir yen’in ralli sürecine girmesiyle birlikte de kendini bir türlü toparlayamıyor.


Barclay Capital’in uluslararası kambiyo bölümü başkanı David Woo, doların durumunu bu şekilde yorumluyor. Döviz kurları arasındaki ilişkinin değişime uğramasını başlıca üç ana nedene bağlıyor.

İlk neden, Japonya’daki faiz oranlarının diğer ülke faizlerine göre oldukça düşük olması. Buna ek olarak Japon Merkez Bankası’nın uyguladığı eksiksiz politikalardan yıl sonuna doğru vazgeçecek olması da faiz oranları üzerinde oldukça etkili olacak gibi görünüyor.

İkinci olarak, orta vadede mali anlamda bir destek beklentisinin olması gösterilebilir. Hükümetin vaatlerine göre, 2011 yılı itibariyle mali dengede gereğinin üstünde bir sermaye fazlası oluşması gerekiyor. Bunu başarabilmek için de tüketici vergi oranlarında yapılabilecek artış kaçınılmaz gibi görünüyor.

Üçüncü faktör olarak da Japonya’daki yatırımcıların, yapısal anlamda kapitalin ihracatçısı konumunda olmaları gösterilebilir. Demografik nedenlerin de etkisiyle önümüzdeki piyasa turbilanslarının ardından daha etkisiz ve pasif duruma gelecekler.

5 Kasım 2007 Pazartesi

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?

Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir
?Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik KENTER

27 Ekim 2007 Cumartesi

ICAC'ın pamukta üretim ve tüketim tahminleri

ICAC'ın pamukta üretim ve tüketim tahminleri raporuna göre: Pamuk üretimi ABD ve Türkiye'de azalıyor, Asya'da artıyor
İZMİR - Uluslararası Pamuk İstişare Konseyi (ICAC) Sekreteryası'nın hazırladığı Pamukta Üretim ve Tüketim Tahminleri Raporu'ndaki verilere göre Asya ülkelerinde pamuk üretimi ve tüketimi artarken, ABD ve Türkiye'de üretim azalacak. İzmir Hilton Oteli'nde gerçekleştirilen ICAC 66. Genel Kurul Toplantısı'nın ikinci gününde ICAC Sekreteryası'nın açıkladığı "Pamukta Üretim ve Tüketim Tahminleri Raporu"a göre 2007-2008 sezonunda dünya pamuk üretimi yüzde 2 azalacak, tüketimi ise yüzde 3 artacak. Tüketimdeki artış pamuk fiyatının artmasına yol açacak. Son iki yılda fiyat tahmininde yanıldığı için uluslararası piyasalarda oluşacak fiyatı tahmin etmek için yeni bir metot uygulayan ICAC, pamuk fiyatının 2007-2008 sezonunda Cottoon A Index için 68 cente çıkmasını bekliyor. Açıklanan verilere göre Asya ülkelerinde pamuk üretimi ve tüketimi artarken, ABD ve Türkiye'de üretim azalacak. ICAC raporuna göre Türkiye'de geçen yıl üretimde verimliliğin sağlanamaması ve alternatif tarım ürünlerinin daha cazip olması üreticiyi pamuk ekiminden uzaklaştırdı. Rapor, uluslararası piyasalarda 2004 yılından bu yana ucuza giden pamukta fiyat artış sürecinin başladığını tahmin ediyor.
Verileri açıklayan Dr. Alahandro Plastino, 2002-2003 sezonunda 27.1 milyon tonla en yüksek seviyeye çıkan dünya pamuk üretiminin sonraki yıllarda girdiği düşüş eğilimini sürdürdüğünü belirtti. Plastino, dünya pamuk üretimin 2007-2008 sezonunda 26.2 milyon tona inmesinin beklendiğini vurgulayarak, pamuk üreticisi ülkelerde üretim tekniklerini geliştirmesi sonucunda hektar başına yüzde 16 verimlilik artışı sağlandığını açıkladı. Pamuk ekim alanlarının 2004-2005 yılında 36 milyon hektardan günümüzde 34 milyon hektara düştüğünü belirten Plastino, şunları kaydetti: "Uluslararası piyasalarda 2004 yılından bu yana düşüş eğilimi gösteren pamuk fiyatının kısa sürede yükseliş trendine girmesini bekliyoruz. Pamuk ekim alanları azalacak, fiyat artacak. Buğday, mısır, soya fiyatlarındaki artışın pamuk yetiştiriciliğini cazip olmaktan çıkarmasından dolayı pamuk ekim alanı 2007-2008 sezonunda yüzde 2 azalacak. Ekim alanları en çok ABD ve Türkiye'de azalacak. ABD'de mısır fiyatının artması ve pamuk üreticisine teşvik verilmemesi etkili olurken, Türkiye'de geçen yıl düşük verim görülmesi etkili oldu. Pamuk ekim sezonunda hava koşullarının kötü gitmesi 2007-2008 verimliliğini de azaltıyor."
Fiyat 9 cent artıyor
Hindistan ve Pakistan'da pamuk üretim artışı, Çin'de ise istikrarın korunmasının beklendiğini aktaran Plastino, Çin'de 7.8 milyon ton üretim hedeflendiğini vurgulayarak, şunları söyledi: "Beklentilere göre dünya pamuk üretimi 26,2 milyon tona düşecek. Asya, toplam üretimin yüzde 59'unu karşılayacak. Dünyada fabrikaların pamuk tüketimi yüzde 4 artarak, son 2 yıldaki artışın 3 katına ulaşacak. Dünyada üretilen pamuğun yüzde 75'i Asya'daki fabrikalarda işlenecek. Çin, bu alanda lider olacak. ABD'deki üretim düşüşüne rağmen stoklarının çok olması sayesinde ihracatının 3.7 milyon ton olması bekleniyor. Çin'in ihracatının 3.5 milyon tona ulaşması bekleniyor."
Plastino, 2006-2007 sezonunda 59 cent olan Cottoon A Index fiyatının 2007-2008 sezonunda 9 sent artarak, 68 cente çıkmasının beklendiğini vurguladı. bu yılki fiyatın 20 yıllık ortalamadan daha düşük olduğuna dikkat çeken Plastino, fiyatların gerilemesinin "Pamuk üretiminde verimlilik artışı, polyesterle rekabetten kaynaklanan talep azalması, giyim ürünlerinin perakende fiyatlarının düşmesi, devletlerin destekleri fiyatın düşmesi" nedenlerinden kaynaklandığını söyledi. Plastino, "Dünya tekstil pazarında da pamuğa talepte düşüş var. Gelişmiş ülkeler daha çok doğal elyaf tercih ederken, gelişmekte olan ülkeler insan yapımı elyafı tercih ediyor" dedi.
31 ülke katıldı
ICAC Komite Üyesi Refik Şaudri, pamuk üretimiyle ilgili veri tabanını oluşturmak için düzenledikleri ankete 31 ülkenin katıldığını belirterek, bu ülkelerin dünya pamuk üretim alanının yüzde 88'ine sahip olduğunu belirtti. Şaudri, dünyada pamuk yetiştiriciliği için 22.8 milyon dolar harcandığını belirterek, bir hektar pamuk ekim maliyetinin 730 doları bulduğunu vurgulayarak, "Kütlü pamukta kilogram başına üretim maliyeti 35 cent. Pamuğu en pahalı üreten ülke İsrail. Türkiye'de pamuk üretim maliyeti çok yüksek. Üretici gübreye 22 cent, haşereyle mücadeleye 13 cent, yabancı ot mücadelesine 12 cent, sulamaya 11 cent harcıyor."
Türkiye'nin yılda bir milyon 475 bin ton pamuk tükettiğini söyleyen Tarım Bakanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdür Vekili Talat Şentürk de, 62 bin ton pamuk ihraç ettiğini, 750 bin ton da ithal ettiğini söyledi. Şentürk, Türkiye'nin 2012 hedefinin pamuk ekim alanını 930 bin hektara çıkararak kendi kullanacağı pamuğun tamamını kendisinin üretmeyi istediğini vurguladı.
KAYNAK : Dünyagazetesi

11 Ekim 2007 Perşembe

TGSD: İmdat çığlığımız duyulmadı, 1 milyon çalışan işsiz kalıyor

Hazır giyim ve konfeksiyonda sektörün imdat çığlığının duyulmadığına dikkat çeken TGSD Başkanı Ahmet Nakkaş, yıl sonuna kadar kapanan firmalar yüzünden işini kaybeden kişi sayısının 1 milyona çıkacağını söyledi.



2008’le birlikte son 3 yılda sektörün yüzde 43 daralacağını aktaran Nakkaş "Ağzımızda sıkacak diş kalmadı. İşletmelerimizi hayatta tutan pamuk ipliği koptu kopacak" dedi.



TÜRKİYE Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) yaptığı acil bir basın toplantısı ile hazır giyim ve konfeksiyon sektöründe "deniz bitti" dedi. Sektörden yükselen imdat çığlığının duyulmadığından yakınan TGSD Başkanı Ahmet Nakkaş, yıl sonuna kadar kapanan firmalar yüzünden işini kaybeden kişi sayısının 1 milyona çıkacağını söyledi. Ucuz üretimden çıkarak, katma değerli üretime yönelen şirketlerin de zora girdiğini belirten Nakkaş, "Kendimize yeni bir kulvar belirledik. Ucuz mallarda Çin’le rekabet edemeyiz deyip, katma değerli üretime geçtik ama burada da rekabet edemiyoruz. Fiyat tutturamıyoruz. Bıçak kemiğe dayandı. Durum çok vahim" dedi.



YÜZDE 43 KÜÇÜLME: Artan maliyet ve düşen fiyatlara dikkat çeken Ahmet Nakkaş sektörde başlayan tasfiye sürecinin fark edilmediğini kaydederek şunları söyledi: "Hazır giyim ve konfeksiyon sektöründe 40 binin üzerinde işletme var. Son 2 yılda kapasite yüzde 18 küçüldü, yüzlerce işletme kapandı. 2008’de kotaların kalkmasıyla yüzde 25’lik bir küçülme bekliyoruz. Bu daralma yıl sonuna kadar bile gerçekleşebilir. Bu, son 3 yılda sektörün yüzde 43 küçülmesi demek. Sektörde kayıtlı ve kayıt dışı 2.5 milyon kadar kişi çalışıyor. Burada da yüzde 50’lik kayıp olacak demek. Yerine koyacak başka bir alternatif yokken sektörü gözden çıkardılar. Neden sorunlar çözmüyor gerçekten anlamıyorum. Bizden vazgeçtilerse bunu açıkça söylesinler; bilelim.



"TGSD’DEN YÜZDE 13 GİTTİ: 400 üyeli TGSD’de ise son bir yılda 50 işletmenin kapandığına değinen Nakkaş, bunun içinde bölüm kapatan ve kapasite küçültenlerin dahil olmadığını bildirdi. TGSD Yönetim Kurulu Üyesi Reha Erekli ise, tasfiye sürecinin, öncelikli olarak 3 bin firmanın yer aldığı triko alanında hissedildiğini, son 6 ayda sektörde yüzde 10, son 3 yılda ise yüzde 30 kapanma yaşandığını söyledi. Yüzde 60 olan ihracatın ithalatı karşılama oranında sektörün katkısına dikkat çekilirken, yüzde 60’ın kritik eşik olduğu vurgulandı.



HÜKÜMET İLGİSİZ: Yıllardır şikayet ettikleri istihdam üzerindeki kamu maliyetleri, yüksek enerji fiyatlarıyla ilgili siyasi otoritelerin üzerine düşeni yapmadığını, sorunu çözmediğini vurgulayan Nakkaş, "Ekonominin rayına oturması için getirilen makro çözümlere diyeceğimiz yok ancak 22 Temmuz sonrasına ertelenen mikro çözümler 3 aydır gündeme gelmedi" dedi. Yıllardır en fazla istihdam, ihracat ve üretimi sektörün yapmasına karşılık değerinin bilinmediğinden yakınan Nakkaş şunları söyledi: "Türk parasının değerlenmesi her Türk vatandaşının ortak hayali ama değerli TL karşısında yapısal reformlar biraz daha geçikirse, ortada ne iş, ne aş ne de toplumsal huzur kalacak. Hálá inatla ’kendi ülkemde istihdam yaratacağım’ diye didinen işletmelerimizi hayatta tutan pamuk ipliği koptu kopacak. Elbette toplumsal huzur istiyoruz ama yeni işsizlerle nasıl huzurlu olacağız?"



İç ve dış güvenlik bütün meselelerin üstünde



15 askerin şehit düşmesiyle ilgili olarak üzüntülerini dile getiren Ahmet Nakkaş, iç ve dış güvenliğin bütün meselelerin üstünde olduğunu söyledi. "Bu ülke sahipsiz değil, gerekenler yapılır" diyen Nakkaş, ekonomik gelişmelerin önemine değindi. Nakkaş, "Ekonomik gelişim pek çok sosyal sorunu ortadan kaldırıyor. Bizim sektörümüzle o bölgede belli gelişimler sağalanabilir. Bu bir kalkınma planıdır. Sözde kalmamalı, uygulanmalı. TGSD’nin Anadolu’da İş, Aş, Barış projesi bu kapsamda çok önemliydi" dedi.



Ağlayarak İsveçli şirketle vedalaştık

BUNDAN sonra alınacak tedbirlerin durumu düzelteceğinden emin olmadığını da anlatan Ahmet Nakkaş, "Beş yıldır çalıştığım İsveçli bir firmayla ağlayarak yollarımızı ayırdık. 17-18 Euro’ya çocuk pantolonu yapıyorduk ama artık bu fiyatı tutturamıyoruz. Yüzde 20 artış istedik olmadı. Katma değerli üretimde de fiyatlarımız tutmuyor" diye konuştu.

Pembe rakamlar hayali

PODYUM Tekstil’in sahibi ve TGSD Yönetim Kurulu Üyesi Koray Onun ise ekonomide ciddi bir başı boşluk olduğunu belirterek şöyle konuştu: "Enflasyon, ihracat bütün pembe rakamlar hayal. 2008’de kotalar kalkınca tablo daha da kötüleşecek. Üstelik şu anda konfeksiyon ve hazır giyimdeki yangı tekstile de sıçrayacak. Ekonomideki başı boşluğun acçılarını hep beraber çekeceğiz. Sektörün 3-5 senelik ömrü kaldı."

Finansal bir oyun içindeyiz

AHMET Nakkaş, Türkiye’nin finansal bir oyunun içinde kaldığına işaret ederek şöyle konuştu: "Faizler üzerinden en çok getiri sağlayan ülke olduğu için Türkiye’de bu kadar çok yabancı para var. Ama Türkiye bunun geri dönüşümünü sağlayabilecek durumda değil. Dünyada yabancı ve suni sermaye ile gelişen bir tek ülke bile yok. Bir an önce biz de bu hayaldan vazgeçelim."


4 Ekim 2007 Perşembe

CHINA: Textile, garment exports up 19.5% in year to August

Exports of textiles and garments from mainland China in the first eight months of 2007 were 19.5% higher than in the same period last year according to the latest customs figures.

Cited by local news reports, statistics from China Customs show the value of exports increased to US$112bn from January to August, while imports were 4.4% higher at US$12.5bn.

The US, Japan and Hong Kong took 37.8% of the exports, worth US$42.2bn, while shipments to the EU were worth US$19.3bn or 17% of the total.

1 Ekim 2007 Pazartesi

Egyptian textile workers win victory

The Coordinating Committee for the Trade Union and Worker Rights & LibertiesSpinning & Weaving in El Mahalla News Release #7 on 29 September 2007Summary:• After the increase in Local, Arab and International Solidarity Actions with El Mahalla Spinning & Weaving Workers – the workers succeeded in the negotiations and received the following:• 90 days of the annual profit shares, bonus and achieving the company production implementation plan under the holding of the oversight General Committee meeting; no decrease by the General Committee than 130 days in the minimum wage; creation of a negotiations committee to work on increasing the “nature of work” bonus (i.e. hardship pay) and meal allowances at the Ministry for Investment on Sunday• The acceptance that the days the workers were on strike are considered paid holidays with full pay• Tying the basic bonus with the 7% annual increase• Promise to dissolve the Company’s General Management committee and the firing of El Gebaly, the corrupt company board chairmanAfter the General Federation of Trade Unions in South Africa sent the first Solidarity letter with El Mahalla workers three days ago; the continued messages of support and solidarity kept pouring in to the workers. Then the release of the International Confederation of Arab Trade Unions’ (ICATU’s) solidarity press release with El Mahalla workers which criticized the means by which the Egyptian government was dealing with the strike. This press release was considered a slap in the face of the Egyptian Trade Union Federation (ETUF) and the Minister of Manpower herself whereas this press release truly showed ICATU’s true place and size on the Arab trade union level (arena). In addition, the National Trade Union of Education Workers and the United Workers in South Africa also sent a solidarity statement to El Mahalla workers and they are one of the largest trade unions in South Africa with a membership of 190,000 workers. The statement included the following; “ our dear brothers … we not only support your champion worker struggle, but we lament fully conscious of the reality of political oppression and the difficulties that Egyptian workers live with — on the road to their carrying out their democratic rights to organize, to associate and to strike.”In addition, the Italian unions sent a solidarity message steadfast with El Mahalla workers where they expressed in it their support of the workers’ demands and their refusal of the oppressive/dictatorial procedures that are being conducted against the workers.In addition, the International Textile, Garment and Leather Workers’ Federation (ITGWLF) sent a letter to President Mubarak dated 27 September where they announced their support of the striking El Mahalla workers and their refusal of the steps that being taken to move some of the workers to the General Prosecutor and they announced their worry/anxiety by these steps where then Neil Kearney, the General Secretary of the International Textile, Garment and Leather Workers’ Federation (ITGWLF) stated in his letter to Mubarak, “We have noted and fully agree with the statement of the General Board of the International Confederation of Arab Trade Unions (ICATU) endorsing these demands, calling for a halt to retaliatory action against the workers including those at the forefront of the strike, condemning the uncaring stance of the company towards the plight of the workers and demanding that the Egyptian government ensure that workers rights are fully respected and that the fair, just and legal demands of the workers at the Misr Spinning and Weaving Company in El Mahalla el Kubra are met, thus contributing to the economic and social stability of Egypt”.“We believe it is vital that the government of Egypt act immediately to protect the rights of all textile workers in El Mahalla el Kubra and agree and to enforce their demands”. It is important to note that The International Textile, Garment and Leather Workers’ Federation is a global union federation bringing together 220 affiliated organisations in 110 countries with a combined membership of 10 million workers.In addition, the International Trade Union Confederation (ITUC) sent a protest letter to President Mubarak on 28 September 2007 where they stated: “The International Trade Union Confederation (ITUC), which represents 168 million workers through its 305 national affiliated trade union centres in 153 countries and territories, strongly protests at the arrest and detention of five workers at the Misr Helwan Spinning and Weaving Company’s factory in Mahalla el Kubra.The ITUC fully supports the demands of the workers of El Mahalla el Kubra and the legitimate exercise of their internationally recognized rights. Egypt has ratified ILO Conventions 87 and 98 on the freedom of association, the right to organise and collective bargaining, and is bound to uphold the principles contained in them. We therefore urge your government to drop all charges against the five workers, ensure the protection of the rights of the textile workers, and take measures to guarantee that their just and legal demands are met as soon as possible.”The Coordinating Committee for the Trade Union and Worker Rights & Liberties thanks all the trade unions, International and Arab federations that have announced their solidarity with El Mahalla workers and those who have sent messages and letters of support for them and for the protests against the actions taken against the workers. The Committee sends with joy the news of the workers’ success in the negotiations whereas a delegation composed of the President of the Egyptian Trade Union Federation (ETUF), President of the General Union of Garment & Textile Workers, President of Holding Company for the Textile Industry went to El Mahalla El Kubra. They met with 20 worker representatives in the headquarters of the Municipality of the city and they began to negotiate at 11:30 pm on 28 September and the negotiations were concluded at 3:15 am in the morning of 29 September 2007 and they agreed on the following items:1- Ninety days of the annual profit shares, implementing plan and bonuses will be paid immediately (as an advance) to the workers. The rest will be determined by the General Assembly of the company, on condition that it will be no less than 130 days, and no ceiling was agreed up on. The workers had already received 20 days, so another 70 will be decreed (so from the initial 40 days offered by the management, the strikers raised it to 90 days instead.)2-The strike days will be considered paid holidays, whose costs will be incurred by the Holding Company3- Instead of giving the management the right to determine the incentives, the latter will be a function of the basic monthly salary, with an annual increase of 7% of the basic salary.4- A cooperative society is to be established, funded by the Holding Company, to provide for the transportation of workers. Labor leader Mostafa Fouda has been assigned to direct it5-No striker will be victimized for taking part in the industrial action. A committee from the strike leaders has been formed to continue negotiating with the Holding Company over increasing the allowances for food and industrial safety.6-The strike leaders were promised that Mahmoud el-Gebaly, the corrupt company board chairman will be impeached, together with his assistants7-Work is to resume on Sunday!!

26 Eylül 2007 Çarşamba

TURKEY: Sahinler plans international store rollout (6 september 2007)by just-style

Turkish fashion firm Sahinler_Group is looking to enter the Russian and East European markets with its Adessa brand.
It intends to enter Poland, Slovakia, Hungary, Croatia and Lithuania in the next five years and extend its 250 store network in Germany, Austria, Swiss, Slovenia and Czech Republic by 23 shops this year. Sahinler is a contract manufacturer for Zara and H&M, with a yearly turnover of EUR1bn. Sahinler chairman Kemal Sahin said that Zara and H&M have been informed about the Turkish firm's plans for Adessa.
The company hopes to succeed in markets where Zara and H&M have struggled to make headway.

EGYPT: Textile workers strike over pay and benefits

Thousands of workers have gone on strike at one of Egypt's largest textile mills to demand higher wages and more benefits.

The strike, which began on Sunday, involved more than 20,000 employees of the state-owned Misr Spinning and Weaving in the Nile Delta town of Mahalla el-Kubra.

According to local media reports, employees earn just EGP150 ($27) a month while the company posted a profit of EGP217m in the 2006/7 financial year. Rising inflation in the country has also led to soaring food prices.

The strike is the latest in a series of protests over the past year in Egypt.

22 Eylül 2007 Cumartesi

Temperature control fabrics

The popularity of cold winter sports such as alpine climbing, ice climbing and recreational skiing has spurred the demand for fabrics and technologies which help to keep the outdoor enthusiast dry, warm and comfortable.

Cold temperatures are less of a problem for people pursuing outdoor activities than they were in the past. Advances in insulating technologies have led to the creation of clothing systems which keep the wearer at a comfortable temperature, even in some of the coldest weather conditions.

Technological developments have also made it possible to create fabrics which maintain comfortable temperatures for the wearer without adding significantly to the bulk of the garment. A key trend in this performance wear category is the use of lighter-weight insulation which offers greater comfort without sacrificing warmth. Duvet-like ski jackets are becoming a thing of the past with the growing popularity of lightweight soft shells which combine insulation with the durability and weather resistance of a hard shell.

One of the most noteworthy developments in the field of temperature control fabrics has been the use of phase change materials (PCMs). Unlike traditional insulations, PCM-based fabrics work interactively with the body to prevent overheating when activity levels or ambient temperatures increase. Although PCM technology has not taken off as rapidly as its proponents had expected, the range of textile applications to which it is being applied has broadened considerably in recent years.

Over the past decade, with the advent of wearable technology, battery powered heating devices have begun to enter the temperature control market. However, while great work has been done to improve the temperature control, expense and wearability of these garments, much has yet to be achieved.

Other temperature control technologies are also attracting the attention of outdoor enthusiasts and include silver-based fabrics, adjustable insulation systems and bionic climate membranes.

For the future, research into temperature control systems for the performance apparel industry is set to grow in importance as efforts are stepped up to develop all-weather clothing systems which provide optimum comfort.

18 Eylül 2007 Salı

Introducing Fall/Winter

Summer in New York heralds a new season for the apparel textile industry. This summer, seven shows opened their doors to industry visitors. As the number of textile trade shows grows, the focus of each show tightens.

Première Vision Preview — produced by Première Vision S.A., organizer of Première Vision — continues to reign supreme for top quality, innovation and creativity. This summer, 131 exhibitors from 13 countries participated, including some from South America, Eastern Europe and Asia. “The interest of the American buyer is in novelty,” said Philippe Pasquet, CEO, Première Vision. “Designers are looking for newness and fabrics that have a distinct look and performance.”

Texworld USA, produced by Messe Frankfurt Inc. in partnership with Lenzing Fibers Inc., moved to larger quarters at the Jacob Javits Convention Center. Now in its third season, the show hosted 194 exhibitors from 16 countries, mostly in Asia. Lenzing sponsored the Lenzing Innovation event at the show featuring Tencel® and Modal® fibers.

The Turkish Fashion Fabric Exhibition (TFFE), organized by the Istanbul Textile and Apparel Exporters’ Association, also changed its location. Now held in the Puck Building, the most recent edition featured 21 exhibitors showing classic suitings; clean shirtings; and knitted, denim and printed fabrics.

Prefab, the Supima Premium Fabric Show, now in its second season, is organized by Supima. The 14 exhibitors included spinners, weavers and knitters of quality fabrics.

Chinatown was the site of The Kingpins, a supply chain show sponsored by Dow Fiber Solutions’ Dow XLA™ fiber and Olah Inc. — a representative for major textile companies and garment factories in China, Japan, Indonesia, Portugal, Italy and Thailand. The focus of this show was denim and casualwear fabrics.

Direction and PrintSource focus on surface design. Studios from around the world sell original print designs, application treatments, patterns for woven and knitted fabrics, and antique swatches at these events.

For Fall/Winter 2008-09, the trend is to sophistication and refinement, with flatter surfaces, neat patterns and shine. The look may be subtle, but it is achieved through the use of intricate yarns and constructions. There is increased interest in organic; eco-friendly was a buzzword at all of the shows.

Suiting Fabrics

The trend at Première Vision Preview was to elegance. At Germany-based Becker & Fuhren Tuche GmbH & Co. KG, ultralight plain weaves are outselling twills. Super 160-micron compact wool yarns are going into soft, silky-smooth fabrics with a hairless surface and natural stretch. A 360-grams-per-square-meter (g/m2) herringbone woven with a slick wool face and brushed cotton/Lycra® back was popular at the show.

BTD Textile, Turkey, reported that 305-g/m2 flannels, pinstripes, twills and plain weaves in polyester/viscose/spandex and polyester/wool/viscose blends are in demand. “The flannel touch is important,” said Francesca De Vito, US agent for the company.

Shiny/dull double-faced fabrics shown by Italy-based Picchi S.p.A. are woven with a nylon face and wool back. Thick woven wools look as if they were knitted. For coats, textured wool is lacquer-finished or quilted with a puckered surface. One of the favorites is a classic plaid in a linen/wool blend. The hand is crisp and dry.

De Vaudricourt, France, showed novelty gray flannel. One version is woven using carded wool, viscose and nylon. The fabric is then chemically treated to dissolve the viscose, leaving a black spider-web pattern. Another flannel — a jacquard polyester/acrylic — has a cellophane-like linear abstract pattern.At Texworld, Toyoshima Co. Ltd., Japan, displayed total-easy-care basic suitweight fabrics made from wool and Tencel blends. Fabrics are finished to have a soft hand and sheen. China-based Mozartex Co. Ltd. showed soft, supple suitweight fabrics in wool blended with Tencel, cotton or polyester. Many fabrics are machine-washable. For casualwear, the company offers all-over pigment-printed fabrics that have been washed and sanded for an aged look and ultrasoft hand. Cotton/wool/spandex plain weaves, twills, moleskins and canvas at the Zhonghe Group, China, have a silky touch. Some are micro-sanded; others have an aero finish.

At TFFE, bamboo blended with silk or wool was of interest at Ipekis Mensucat T.A.S. The company showed lustrous gabardines, herringbones and mini-checks. Aksu exhibited lightweight, fluid fabrics with a soft touch in wool/Lycra and wool/silk blends. Mini-patterned weave effects were pointed out.

Casual

Denim is constantly changing, like a chameleon. Kara Nicholas, vice president, new product marketing at Greensboro, N.C.-based Cone Denim, a Prefab exhibitor, said the market is saturated with dark denim. Nicholas feels that colors and lighter shades are coming in; licorice gray is one color she mentioned. Cone Denim’s Black Seed Supima® cotton collection was of special interest at Prefab. Nicholas also mentioned increased interest in organic denim.

At TFFE, Kipas showed an eco-denim line. Marassi Denim highlighted gray and brown shades. Brights are selling in California, where organic cotton is also a factor; it is going to stores such as Zara and H&M.

Denim was the prime focus at The Kingpins. Japan-based Kurabo Industries Ltd. noted an interest in bleached and lighter-colored denims. Blends of Supima/XLA were pointed out. “The hand is softer, and there is better abrasion resistance than with other stretch fibers,” said Andrew Olah, CEO, Olah Inc., New York City, who sells Kurabo in America. Olah also showed denim at Prefab.

Germany-based DyStar Textilfarben GmbH & Co. Deutschland KG was a popular exhibitor at The Kingpins for designers and retailers who are looking for special garment processing. With the flexibility to handle small production and the ability to produce a wide range of effects, the company showed new applications and techniques for denim.

The Radici Group, Italy, focused on glamour in outerwear and casualwear at The Kingpins. Iridescent, yarn-dyed taffetas woven with metallic yarns; ultralight, soft, transparent, color-coated nylons; and double-faced sueded canvas are some of the early favorites.

At Première Vision Preview, Spain-based Royo Tejidos S.L. concurred that lighter colors, grays, browns and reds are incoming denim trends. It showed vintage looks and coated denim with a leathery quality. Olmetex S.p.A., Italy, showed shiny Teflon®-coated leather-look outerwear fabrics woven with metal and microfibers. England-based British Millerain Co. Ltd. showed heavy cotton canvas coated on both sides and used for motorcycle jackets. Frantissor Creations, France, is into shine with iridescent nylon that is gold-polyurethane-coated.


Yarns And Knits

Taiwan-based Kou Long Textile Co. Ltd., a Texworld exhibitor, is using bamboo, soy, corn and Tencel because they are eco-friendly. Lightweight, smooth, flat yarns are selling. Bros Holding Ltd., Hong Kong, showed organic cotton blended with cashmere, wool, bamboo and soy. Top-dyed mélange yarns were pointed out.

One of the newest developments at Buhler Quality Yarns Corp., Jefferson, Ga., a Prefab exhibitor, is Supima with Outlast®. David Sasso, vice president, international sales, said there is increased interest in performance in the knitwear industry.

At Prefab, Canada-based Tricots Liesse sold cellulosics for fall. Rayon, MicroModal® and Tencel were shown blended with cashmere, mohair, wool, silk and cotton. At Hong Kong-based Fountain Set Ltd., also a Prefab exhibitor, single-jersey, piqué and 1x1 rib knits featuring organic cotton and blends with wool, linen, bamboo, Tencel and recycled polyester are in demand. Organic and eco-friendly are certified through every step of the growing and production processes.

At Première Vision Preview, Spain-based Texdam S.L. showed wool-faced, nylon-backed geometric-patterned jacquards. Viscose/Lurex® stripes are light and soft. Bel Maille, France, is blending Lurex with wool, mohair and viscose. The company featured sweater knits splattered with glitter, tonal checks with specks of Lurex and sparkling, thick wool knits.
Moreno Valley, Calif-based Print House Studio Inc. presented its latest textile designs to visitors at PrintSource.

Prints

Early fall collections at the fabric shows indicate a continuation of large, swirling abstracts in tonal colors. Première Vision Preview exhibitor Miroglio S.p.A., Italy, said jersey and polyester stretch charmeuse are its best-selling base cloths. Confetti Fabrics, Turkey, mentioned rayon and spandex knits, green shades, and gray and yellow combinations. TFFE exhibitor Ipeker Tekstil showed dots, circles and swirls in pattern arrangements, spider-web designs on mottled grounds and metallic celestial shapes on dark grounds.

Fall collections at Direction and PrintSource were extensive. New York City-based Tom Cody Design, a Direction exhibitor, has developed bold Marimekko-inspired graphics and small, linear designs. Deco graphics in cosmetic colors, raindrop geometrics and eco-friendly tree patterns in shades of green also were shown.

Brewster HB, Design Union, The Colorfield Design Studio and Nixe Design Ltd. — all based in England — also exhibited at Direction. At Brewster, there was interest in tonal leaf prints on shiny satin. Blurred geometrics on gray grounds, dot/dash metallics, scratchy florals, vintage Edwardian looks and linear deco motifs were other trends noted. Design Union showed oversized florals and paisleys, patchwork graphics and melting shapes. The Colorfield featured large-scale moving graphics, blurred- and hard-edged designs, and tree patterns. Nixe Design offered fabrics featuring starburst shapes and wavy stripes.

Rubia Pigmenta Naturalia, the Netherlands, attracted special interest at Direction. The company produces natural dyes, and in January its new factory went online producing red shades. Yellow and blue will follow. For light shades, 6 kilograms (kg) will dye 100 kg of wool yarn. Italy-based linen weaver Crespi S.p.A. is a customer.

At PrintSource, several studios focused on juvenile prints including Bread & Butter Design and Fresh Squeezed Designs, both based in New York City. Bread and Butter showed Halloween black cats and pumpkins on orange tartan grounds, while Fresh Squeezed Designs had brightly colored apples. Story Design Studio, Healdsburg, Calif., showed abstract retro designs and sailboats. New York City-based Design Works International and Paris-based Fortier Price, also PrintSource exhibitors, showed monotone abstract designs, dotty patterns and neat linears. Many fabrics were shown in gray combinations and neutral shades.

New Show Announced
Massimo Iacoboni, producer of PrintSource, announced that Koncept, a new show he will produce for interior, surface and textile design, will take place at The Level at Metropolitan Pavilion in New York City, October 23-25. The show will focus on fabrics for upholstery, window treatments, carpets, table top, bed and bath, kitchen, home accents and accessories.

15 Eylül 2007 Cumartesi

TURKEY: Textile workers strike avoided

ISTANBUL: The Textile, Knitting and Clothing Industry Workers' Union of Turkey (TEKSIF) and the Turkish Textile Employers' Association (TÜTSIF) have reached an agreement in collective bargaining. As a result of this agreement an increase of 4 to 5 percent will be implemented in workers' gross wages every six months. Due to this a possible strike in the textile sector has been avoided.
The agreement is valid for the 31-month term between April 1, 2007 and October 31, 2009. The workers' gross wages will be increased by 4 percent in the first six months and 5 percent in the second six months of the first year beginning March 31, 2007.
During the first six months of the second year, an approximate 4 percent increase will be implemented. Another 4 percent salary increase will be applied during the second half of the year. Another 4 percent salary increase will be implemented for the first seven months of the third year. Fringe benefits, such as bonuses, were also increased in proportion to the wage supplement.
The association's announcement reads: “We believe that during the period in which competitive conditions have become graver for the Turkish textile sector due to economic hardships, our workers, who we expect to be aware of the sacrifice made for them, will fulfill their responsibilities absolutely and contribute to the stability of the workplace with an increase in productivity.”

6 Eylül 2007 Perşembe

Dolar 2.1 YTL olmalı


Yoğun sıcak para girişleriyle dövizin ucuzladığı,Türk parasının değerlendiği son yıllarda hızla büyüyerek yıllık 57 milyar dolara ulaşan dış ticaret açığı ve 33 milyar dolara gelen cari işlemler açığı sorununun çözümü için olması gereken dolar kuru, 2.16 YTL olarak hesaplandı.

Merkez Bankası'nın TÜFE bazlı Reel Kur Endeksi'ne dayanarak yapılan hesaplamaya göre Türkiye'nin cari işlemlerinin "fazla" verdiği 2001 yılından bu yana Türk parası döviz sepeti karşısında yüzde 48.4 değerlendi. Bu dönemde cari kurlar, enflasyona paralel bir artış seyri izleseydi, Türkiye'nin dış ticaret ve cari işlemlerinde 2001 yılındaki nispi dengeler korunacaktı. Bu sürede, kur-enflasyon paralelliği sağlansaydı, ağustos sonu itibariyle 1 dolar 2.16 YTL olacaktı. Buna göre ağustos sonu itibariyle 1.29 YTL olan cari dolar kuru, olması gereken reel düzeyin yüzde 40 altında kaldı.

KUR VE ENFLASYONDAKİ SEYİR

2001 sonunda 1.4536 olan dolar kuru, 2002 yılında 1.6397'ye çıktı. Ancak, kurdaki artış enflasyonun altında kaldığı için YTL dövizler karşısında değerlendi. Cari dolar kuru izleyen dönemde ise düşüşe geçti. Bir doların karşılığı 2003'te 1.3933, 2004'te 1.3363, 2005'te 1.3418 YTL düzeyinde oluştu. 2006 sonunda 1.4056 YTL olan dolar kuru, sıcak para girişlerinin hızlandığı bu yıl ise ağustos sonu itibariyle 1.2914'e kadar geriledi. Bu dönemde kurlar cari olarak gerilerken, enflasyonla indirgendiğinde, YTL'nin dövizler karşısında kümülatif olarak yüzde 48.4 değerlendiği hesaplandı.

Türkiye ve en çok ticaret yaptığı ülkelerin enflasyon oranları dikkate alındığında YTL'nin döviz sepeti karşısında 2001'deki reel düzeyini koruyabilmesi için anılan yılın sonunda 1.4536 YTL olan cari dolar kurunun, 2002 sonunda 1.5670, 2003 sonunda 1.7574, 2004 sonunda 1.7894, 2005 sonunda ise 2.1426, 2006 sonunda 2.0010, bu yılın ağustos sonu itibariyle ise 2.1573 YTL olması gerekiyordu.

Cari $ kurunun seyri ve olması gereken kur(*)

**Reel Kur Cari Kur Olması ger.Endeksi

($/YTL) kur ($/YTL)
2001 100,0 1,4536 1,4536
2002 107,8 1,6397 1,5670
2003 120,9 1,3933 1,7574
2004 123,1 1,3363 1,7894
2005 147,4 1,3418 2,1426
2006 137,7 1,4056 2,0010
Ağ.2007 148,4 1,2914 2,1573**/(*)

Merkez Bankası'nın Türkiye ve ticaret yaptığı ülkelerdeki enflasyon oranlarını da dikkate alarak oluşturduğu TÜFE bazlı Reel Kur Endeksi üzerinden ANKA tarafından hesaplandı.

5 Eylül 2007 Çarşamba

ANALYSIS: Do consumer concerns threaten fast fashion?

Most apparel retailers and brand owners believe there's widespread consumer concern about human rights and the environmental impact of the clothes they wear. But is this interest at odds with the demand for fast fashion? Mike Flanagan suggests that how a buyer operates matters just as much as where a garment is made - and that it won't be long before declarations about carbon emissions and air freight appear on every label.
If there's one thing most of us would agree on, it's that customers are getting more and more concerned with the ethics of sourcing. But there's less evidence for this than many think.
A recent TNS Worldpanel survey in Britain, for example, showed that the prime target for most apparel retailers - under 25s - were the least concerned with the ethics of where and how their clothes were made. Indeed, although most of them said they were concerned in theory, most also agreed ethics didn't influence what they actually bought.
And of course "ethical" can means different things. To many Muslim customers, a garment has been produced unethically if money has been lent at interest during the course of manufacture. To other customers, a garment will have been produced unethically if its factory discriminated among its workers on the basis of sexual orientation. And to others still, neither of these criteria matter much.
So, different retailers adopt different codes of practice. And to many apparel manufacturers in developing markets, this proliferation of codes of practice is itself unethical, since it throws costs at factories that would be reduced if buyers could just agree among themselves.
Nonetheless, most retailers and brand owners believe there's widespread customer concern about human rights and impact on the planet. And on both issues, there seems to be widespread woolly thinking.
Human rightsLet's take human rights.
There are countries where exploitation and suppression of human rights are so widespread, you have to assume they're endemic. But such countries (like Burma and North Korea) export virtually no apparel.
In countries like Vietnam or China, worker exploitation isn't hard-wired into how business is conducted. Some businesses might well exploit their workers if they think they can get away with it - but so might businesses in the US or Sweden.
Ensuring garments are being made without exploiting workers doesn't mean stereotyping some producer countries as "unethical". It means selecting suppliers that operate ethically and managing them in a way that doesn't encourage them to exploit their workers.
Or is it?
Gap and Nike, in their latest Corporate Social Responsibility Reports, accept that worker exploitation in factories is often the result of poor working practices by buyers.
Last-minute changes of mind, or delayed decisions, rarely translate into extended delivery dates: factories are expected to get garments out in time to meet a ship, however often the buyer might have changed the brief. And with greater pressure on time comes pressure on workers, and pressure to use unvetted subcontractors.
Choosing the right factory is crucial. But equally important is choosing the right way of managing factories.
Clothes milesAnd the same principle applies to ecology.
Most commentators tell us our atmosphere is getting hotter, this inevitably leads to rising water levels, and it's largely the result of increases in gases - principally carbon dioxide - that human beings cause to be emitted.
So it's easy to assume that the further a garment travels while being made, the more carbon gets emitted. "Clothes miles" is what headline-grabbing activists and consultants call it.
In fact there's simply no evidence for this viewpoint ("miles travelled is not an indicator of sustainability," said Britain's ministry of agriculture in 2005); and what evidence there is may even point in the opposite direction.
Cambridge University's Institute for Manufacturing published some serious analysis of carbon emissions in apparel manufacturing in late 2006 [1]. It showed that - even for a T-shirt made in China from American cotton, transport to Europe accounted for only 10% of the carbon emissions produced during the garment's life.
How the consumer washed and dried the T-shirt mattered most; and manufacturing the T-shirt emitted three times as much carbon as transporting it round the world.
But here's what Cambridge didn't look at. A factory that's heated in winter, air-conditioned in summer, highly automated and operated by people who commute to it by car must dump more carbon than a factory that's properly ventilated, is highly labour-intensive and where workers walk, cycle or get a (very overcrowded) bus to work.
On this basis a factory in Bangladesh must be better for the planet than a factory in France or South Carolina.
There is no hard data on this yet for the apparel industry. But a survey carried out by the University of Cranfield showed that a rose grown in Holland and freighted to Britain by truck emitted 5.8 times as much carbon as one grown in Kenya and air freighted to Britain.
Growing roses in Kenya consumes far less energy, and produces more roses per acre, than growing in Holland - more than outweighing the trivial amount of energy air freighting a properly packed rose consumes.
Similar studies by New Zealand's Lincoln University [2] show a similar result. A kilogramme of lamb brought up on an English farm produces five times as much carbon, by the time it's been transported to an English supermarket, as a kilo of lamb brought up on New Zealand's more nourishing grass and shipped 12,000 miles round the world.
As with any decent research, other analysts might produce slightly different numbers.
Points of impactBut what all these studies have in common is the recognition that:• It's how you make it, not where you make it, that determines a garment's impact on the planet;• Does that mean it's all down to the factories a buyer chooses? No. How a buyer operates matters just as much.• British buyers, for example, rely twice as much on air freight as their French, German or Spanish peers for the clothes they're bringing in from China or India.
Estimates of the effect of air freight vary. Some argue that air freighting garments causes 20 times more global warming than shipping by sea; others that it causes a 150 times more. But even on the lower estimate, air freighting a T-shirt does more damage than all its production, transport and consumer use if it had been sea freighted.
British buyers' policy of depending more on air freight than other Europeans is a major contributor to the whole industry's pollution record.
True, buyers dislike air freighting: it's expensive in itself, and often requires extra processing at both ends. But it's not just air freighting garments that can damage the planet.
Making a blouse can be trickier than a T-shirt, and making a garment with lots of components (like a bra) trickier still. It's often difficult to find local suppliers of every component where a garment is being made, so air freighting components is much more widespread than air freighting finished garments.
We've calculated that a European air freighting buttons to India for a blouse that's going to be sea freighted back to Europe increases the amount of climate damage in transportation twenty-fold.
Even quite small decisions about relatively minor aspects of a garment's production can dramatically affect the total ecological damage a garment might make.
Consumer concernDoes all this really matter to the average consumer?
I'd say on global warming, apparel retailers and brand owners are exactly where the food trade was on nutritional information 25 years ago. Many customers are worried, there's a lot of duff information and blind prejudice floating around, and customers won't wait for governments to legislate.
While politicians are debating, brighter retailers will start requiring declarations about carbon emission and air freighting declarations on every garment.
Over the next few years, an indication of high carbon emissions on a garment will become as unwelcome as an indication of high cholesterol on a food label.
To some customers, not all. And it'll be a long time before carbon marking will be universal. But it'll be a foolish buyer who ignores the implications.
Countries like Peru or Ecuador will find it increasingly difficult to air freight the first 25% of their production to the US. Turkish investors in Egypt will find air freighting to Europe probably won't be acceptable - and that sea freighting from Egypt to Western Europe takes a very great deal longer than the lorries those Turks are currently using to truck garments from Istanbul or Izmir.
And all of this while the once low-cost production centres right on Europe's and America's borders - like, Mexico, Romania and Turkey - are falling out of favour because of rising costs and workforces increasingly attracted to other industries.
The truth remains, though, that the shorter the time lapse between designing a garment and getting it on the rail in a shop, the more it'll sell. And there's no consumer trend that'll make it more profitable to sell less.
Brands and retailers are going to want to square the circle of commercially vital short lead times and pressure from public opinion to plan ahead better.

yazarlar

ads