news

28 Aralık 2007 Cuma

Türkiye'nin yeni reklam sloganı: 'Herkese Açık'


Türkiye'nin 2008 reklam
kampanyalarında kullanılacak görsellerin alt sloganı, "Turkey, Open for
everyone - Türkiye, Herkese açık" olacak. "2010 İstanbul Kültür
Başkenti" afişlerinin sloganı ise "Promise of life - Yaşam vaadi."
Reklam afişlerin çerçevesini Türk kahvesi ve çini motifleri resmi
süsleyecek.

AA muhabirinin Kültür ve Turizm Bakanlığından aldığı bilgiye göre,
gelecek yıl 83 ülkede, 10 grupta, 10 reklam şirketinin yürüteceği reklam
kampanyalarının görselleri belli oldu. Buna göre,
Türkiye'nin 2008 reklam kampanyalarında kullanılacak görsellerin alt
sloganı sloganı, daha önce kullanılan ve çok beğenilen "Welcomes you"
ile Mevlana'nın "Gel, kim olursan gel" sözlerini çağrıştırır
nitelikte: "Turkey, Open for everyone - Türkiye, Herkese açık."
Reklamlarda Türkiye'nin tarihi, doğal güzellikleri ile yemekleri
sunulacak. Afişlerde, Türkiye'de tatil yapan mutlu kişi görüntüleri yer
alacak.
Reklam afişlerin çerçevesini Türk kahvesi ve çini motifleri resmi
süsleyecek.

-"HOŞGÖRÜ EVİ"-

Aynı zamanda, Türkiye'de Musevilik, Hristiyanlık ve İslamın bir arada
olduğunu vurgulamak için "Hoşgörü Evi" sloganı kullanılacak.

Bu sloganın olduğu afişteki açıklama ise şöyle:
"Bu ilim toprağı, uyum ve hoşgörü içinde yaşayan farklı dinler, ırklar
ve milletlerin beşiği olmuştur. Çok sayıda kilise ve sinagog Anadolu'da
yerleşmiştir. Hoşgörü ortamında büyütülen nesiller, bu toprakların eski
sahiplerinden miras kalan bu mabetleri ve sanat çalışmalarını korumayı
başarmıştır."
"Tarihi keşfet" sloganının olduğu afişte, Hz. İsa ile İstanbul'daki
camiler bir arada verilecek.

-"HER RUH HALİ İÇİN YEMEK"-

Türk yemeklerinin tanıtıldığı afişlerde "Food for every mood - Her ruh
hali için yemek" sloganı kullanılacak.

Afişte yer alacak açıklama da şöyle:
"Bu cömert topraklar size muazzam bir iklim, zengin sebze mutfağı ve
taze et sunuyor. Çeşitlilik, Türk mutfağının en önemli özelliğidir. 1000
yıllık tarihe sahip Osmanlı mutfağı, Türk mutfağını olgunlaştırmıştır.

Balık, et, sebzeler ve hamur işleri birçok şekilde sunulabilmekte; tüm
lezzetlerin taze ve doğal olduğundan emin olabilirsiniz."

-İSTANBUL "YAŞAM VAADİ" SUNACAK-

Gelecek yılki reklam kampanyalarında İstanbul'un 2010 yılında kültür
başkenti olacağı vurgulanacak.

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" konulu reklam afişlerinde,
"Promise of life - Yaşam vaadi" sloganı kullanılacak.

İstanbul'daki Kapalı Çarşı, Beyoğlu, Topkapı, Ayasofya'daki Hz. İsa
figürü ile hamamlar ve şehrin diğer güzellikleri afişlerde küçük kareler
içinde verilecek. Ayrıca, İstanbul için "Kültürel hazine" ifadesi
kullanılacak ve "İstanbul, Avrupa ile Asya'nın zarif karışımını
sunuyor" denilecek.

25 Aralık 2007 Salı

PATATES TARLASI by D. L. Weatherford

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.

Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğimden, kendimi çok kötü hissediyorum.
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bicekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler
Baban


Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.
Babacığım,
Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.
Sevgiler
David

Ertesi gün sabaha karşı saat 04:00' de FBI ve yerel polis çıka geldi ve tüm sahayı kazdılar, lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler.
Ayni gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.
Babacığım,
Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.
Sevgiler < /B>
David

BİR GÜÇLÜKLE KARŞILAŞTIĞINIZDA, KENDİNİZE BİR KAÇIŞ YOLU DEĞİL, BİR
ÇIKIŞ YOLU ARAYIN.

Mutluluk sahte, salaklık hakiki by Mine G. Kırıkkanat

Bir dünya düşünün ki çocuklar, arabası “baba” olana baba diyor. Büyüyünce akıllanmıyor, bisküvi yiyince astronot olup uzaya gidiyor.

Delikanlılık döneminde kraker ısırınca, komşu kıza göbek attırıyor.

Zaten daldırma çayla kız tavlıyor, kahve içerken de âşık oluyor. Ama ne kadar aptal olursa olsun, kız sürdüğü kokuya vurgun! Onu terk edemiyor.

Fakat kablolu televizyonu yoksa ve Amerikan dizisindeki “artizin” sütyen rengini bilemezse, abazan kalıyor...

Mecburen, sakalını traş ettiği jiletin içinden çıkan robot kızla idare ediyor.

Sonunda ne sürdüğü parfüm, ne traş losyonu, ama lipofize kahvesinin saldığı kimyasal fındık kokusu sayesinde bir kıza yamanıyor.

***


Kavga mı edecekler? Daha keskin olamayan cep telefonlarıyla birbirlerinin üstünü başına parçalayarak dövüşüyorlar.

Zarar yok! Toplu tarifeden cep telefonuyla gece gündüz ucuza konuşup barışıyorlar.

Arabalarına benzin doldururken, eşek arısı kılıklı kız öyle çok çip para veriyor ki, bedava yaşayacaklarına inanıp evleniyorlar.

Evlenmeye karar vermelerinde tabii mobilyada “eskiyi getir yeniyi götür” kampanyasının, Seda Sayan’ın şakıdığı halıların, bir türlü hızlanamamasına karşın Mazhar gitar tıngırdattıkça temizlenen internetin de etkisi var.

Hanım da kendi kendine dolan buzdolabı, sofrayı toplayan bulaşık makinesi, kocasının televizyon gibi seyrettiği sessiz çamaşır makinesiyle mutlu olabiliyor, zaten. Lekeleri soğuk suda çıkaracak deterjanı buldu mu, tamam. Bir de içine makineyi kireçten koruyacak tableti koyduysa, ver eline buharlı ütüyü, değme keyfine.

Bey dersen, kuru fasulyenin içindeki üç beş fazla sucuk halkasına kaynanayla kaynatayı bile çekmeye hazır.

Zaten koku sürmediği, traş olmadığı ve sucuk yemediği zamanlar, maç seyrederek mutlu, gol atılınca orgazm oluyor daha çok.

İki maç arasında ayağa uygun bir kredi bulup çocuk yaparlarsa, yavrunun istikbali tabii ki kredi hesabında.

***


Çocuğun bakımı da pek kolay; bağlıyorsun altına peti, şarkı söyleyip dans ediyor. Ancak çişini söylemeye hiç niyeti yok: Litrelerce işese de kuru kaldığından, poposunda bir paketle dolaşmaktan hiç rahatsız değil!

Bir şekilde büyüyüp gurbete mi gitti? Bu sefer evinizde bal arısı kılıklı çocuklar beslemeye başlıyorsunuz, sizi cep telefonuyla özlediğiniz yavrularınıza bağlıyor, hatta bazen İngiltere’den bile getirip kavuşturuyorlar.

Ve Türkiye böyle yaşayıp gidiyor, sayın seyirciler!

***


Yoksa sizin yaşamınız reklamlardaki gibi değil mi?

Nasıl yaşıyorsunuz peki? Reklamlardan sonra başlayan dizideki gibi mi? Hangi oyuncuya âşıksınız, hangi hikâye sizin hayatınız, hangisi sizsiniz o dizilerdeki?

Belki de cehalet yarışmalarını, kim daha talk salak şovlarını, lahmacun kralının ince kıyılmış soğan esprilerini, mutasyona uğramış hadım evladının müzik otoriteliğini seyredip gülüyorsunuzdur, kah kah.

Oysa siz yaşarken ekran tefecilerine borçlandığınız hayali bir dünyada, gerçek dünyada bir çocuk, taş doldurduğu sırt çantasıyla denize atıyor kendisini, cennet vaadinin peşinde. Hocalar, kızların içindeki cini çıkarmak için uçkur çözüyor. Atatürk ve rasyonel mantık okul kitaplarından çıkarılıyor, İsviçre dağlarının kızı Heidi romanındaki büyükanne hidayete erip tesettüre giriyor, 5 bin imam hatip de yargıçlığa ve savcılığa hazırlanıyor, zaten.

Siz reklamlardaki Türkiye’yi borçlanarak yakalamaya ve ödünç yaşamaya çalışırken satın alamayacağınız mutlulukları, çocuklarınızın çocuklarına ödetilecek dış borç yükleniyor sırtınıza.

Türkiye din diktatörlüğüne kayıyor, sattılar sizi, sattılar kadın erkek eşitliğini, laikliği, hukuk devletini. Ne gam?

Reklamlardaki Türkiye’de Atatürk hâlâ yaşayıp bahçelerden gül derlediği ve siz de televizyon karşısında Ayşe Teyze’nin cipslerini atıştırdığınız sürece...

Selamünaleyküm Türkiya!

Esselamünaleyküm ve tayyibullah!!

14 Aralık 2007 Cuma

Anne babalara ve yeni olmuslara ve olacaklara - Dogan Cuceloglu

Kaliforniya'da Long Beach sehrindeki Eyalet Universitesi'nde ogretim
uyesi olarak ders verirken, ayni somestrde benim iki dersimi alan bir
kiz ogrencim dikkatimi cekmeye baslamisti. Bu genc bayanin su
ozelliklerinin farkina varmistim: Her seyden once cok guzel bir kizdi;
gozum gayri ihtiyari ona gidiyordu. Ikinci olarak cok iyi bir
ogrenciydi; butun sinav ve odevlerde en yuksek notu o aliyordu.
Ayrica, cok hanimefendi, cok nezih bir kisiligi vardi. Bolumun bir
pikniginde kiz ogrencimin nisanlisiyla tanistim ve itiraf edeyim, ilk
aklimdan gecen, 'Armudun iyisini ayilar yer' dusuncesi oldu. Yukarida
ozelliklerini saydigim o guzel kizin bana tanistirdigi erkek, yirmi
yedi-yirmi sekiz yaslarinda, saci biraz dokulmus, sisman denecek kadar
toplu, cirkin, kisa boylu biriydi.

Bu kisiye parasi icin yuz vermis olabilecegini dusundum. Daha sonra
ogrendim ki, bu genc adamin parasal gucu yok; baska bir universitenin
psIkolojik danismanlik bolumunde doktora ogrencisi olarak okula devam
ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapip profesor olmak
istiyor.

Acaba benim guzel ogrencim bu adamda ne bulmustu? Bir hafta sonra ders
cikisi koridorda ogrencimin yanina yaklastim ve Sally adiyla anacagim
ogrencimle aramizda soyle bir konusma gecti:

'Sally, nisanlinla nasil tanistiginizi merak ediyorum?

'Bir kilise faaliyetinde ayni komitede calistik; o zaman tanidim kendisini '

'Nesi seni etkiledi; hangi ozelliklerini sevdin?

Sally, bir Amerikali olarak bu soruyu hic beklemiyordu. Amerikan
kulturunde, bu tur sorular kisinin mahremiyetine tecavuz olarak kabul
edildiginden pek sorulmaz. Amerikan kulturune gore ben o anda
Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'

Saskinligi gecince cok icten, gozlerinin ici gulerek, 'O sahane bir
insan; o benim kahramanim! Ben ondan cok seyler ogrendim' dedi.

O anda ilk hissettigim sey kiskanclik duygusu oldu. Guzel bir kadinin
erkegine, 'Sen benim kahramanimsin' duygusu icinde bakmasinin erkege
verilmis en buyuk hediye oldugunu hissettim ve anladim. Bu hediyeyi,
hayatim boyunca hic almadigimi biliyordum ve o kisiyi kiskandim.

'Nasil yani?' dedim.

'Frank bir yetimhanede buyumus. Yetim olmanin ne demek oldugunu
bildigi icin, universite ogrencisi olunca, yetimhaneden iki cocuga
agabeylik yapma karari almis. Haftada on saatini onlara ayiriyor;
onlarla bulusup oynuyor, kitap okuyor, onlari muzeye goturuyor.
Onlarin iyi gelismesi icin elinden geleni yapiyor. Biri ameliyat oldu,
hastanede yatiyor ve Frank simdi aksamlari hastanede kaliyor, geceleri
ona bakiyor.'

Yuzume tokat yemis gibi oldum. Utandim. Kendime kizdim. Ben guya en
yuksek egitim duzeyine gelmis biriydim ve karsimdakini hala dis
gorunuse gore yargiliyor ve onu 'ayi' olarak goruyordum. Icimdeki
pislikten utandim. Bir sure sonra Sally'nin icinde yetistigi aile
ortamini merak etmeye basladim. Soyle bir mantik yuruttum: o adama
baktigim zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayilar yer' diye dusundum?
Cunku ben, icinde yetistigim ortamda sIk sIk bu benzetmeyi duyarak
buyumustum. Icinde yetistigim ortam beni nasil etkilemisse, Sally'nin
icinde yetistigi ortam da onu oyle etkilemis olmaliydi.

Birkac hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturdugunu sordum. Los
Angeles'in uc yuz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmis.
Onun ailesiyle tanismak istedigimi, bunu mumkun olup olamayacagini
sordum. 'Kendilerine bir sorayim, eminim sizinle tanismak
isteyeceklerdir,' dedi ve iki gun sonra, 'Ailemle konustum; sizinle
tanismaktan mutlu olacaklarini soylediler,' dedi. Dort-bes hafta sonra
San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yasadigi kasaba
yolumun ustundeydi, onlara ugrayabilir, onlarla tanistiktan sonra
yoluma devam edebilirdim.

Bu planimi Sally'e soyledigimde Sally, 'O gun ben de aileme
gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz,' dedi. Ailesine haber
verdi. Onlar da sabah kahvaltisina gelmemizi soylemisler. Long
Beach'ten sabahin altisinda yola ciktik ve dokuz bucuk civarinda
Sally'nin agabeyi Brian'in evine vardik. Sally'nin babasi George orada
bulusmamizi uygun gormus. Cok guleryuzlu bir aileydi. Brian'in, en
ufagi dort yas civarinda dort cocugu vardi.

Ziyaret ettigim bu guleryuzlu sicak ailede, iki olay gercekten
dikkatimi cekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babasi George'un
torunlariyla konusurken onlarin goz hizalarina inmesiydi. Bunu o kadar
dogal yapiyordu ki, artik farkina varilmadan yapilan bir davranis
oldugu belliydi. Sally'ye, babasinin torunlariyla hep boyle mi
konustugunu sordum. 'Evet' yanitini alinca, kendisi cocukken de
babasinin, onunla goz hizasina inerek mi konustugunu sordum. 'Evet,
biz boyle biliyoruz. Agabeyim Brian da cocuklariyla boyle konusur; ben
de kendi cocuklarimla boyle konusacagim. Biz boyle biliyoruz', dedi.
Tuylerim diken diken oldu. Ben universite ogretim uyesiydim ve insan
psIkolojisi benim uzmanlik alanimdi ama uc cocugumdan hicbiriyle goz
hizasina inerek konustugumu hatirlamiyordum. Kendime kizdim; sonra
kendime kizmaktan da vazgectim, beni yetistirenlere kizdim. Sonra
onlara kizmaktan da vazgectim ve butun nesilleri yetistiren kultur
ortamina kizdim. Daha sonra kimseye kizmayacagimi anlayarak, oradaki
ogrenme firsatindan yararlanmaya karar verdim. Torunlarinin onunde diz
cokerek konusan dede George'a 'Beyefendi, cocuklarin goz hizasina
inerek konusuyorsunuz!' dedim. Bana biraz saskinlikla gulumseyerek,
'Tabii, onlar kucuk insanlar!' yanitini verdi. Oyle bir bakisi vardi
ki, bu bakis sanki 'Bu kadar dogal bir sey ki, herhalde bunu herkes
yapiyordur; sen yapmiyor musun?' diyordu.

O bakisa karsi butun yaptigim, mahcup bir gulumseme oldu.

Bu guleryuzlu sicak ailede dikkatimi ceken ikinci olay, Sally'nin
agabeyi Brian'in davranisi oldu. Brian, Pasifik ulkeleriyle ticaret
yapan, oldukca varlikli biriydi. Evlerinin buyuklugunden, yuzme
havuzundan, ciftliklerinden, arabalarinin turunden ailenin zenginligi
belli oluyordu. Kahvaltidan sonra saat on bir dolaylarinda telefon
caldi ve Brian bir sure telefonla konustu. Ofisten ariyorlarmis,
Koreli bir isadami Los Anegeles'ta imis, kendisiyle gorusmek icin
helikopterle saat 14'te gelmek istiyormus. Baska bir randevusu
oldugunu soyleyerek bu teklifi reddetmis olan Brian, bize durumu soyle
acikladi: 'Dort cocugum var ve her hafta biriyle dort saat basbasa
geciririm. Bugun dort yasindaki kizim Mary'le randevum var. Cocuklar
cok cabuk buyuyorlar, eger dikkat etmezsen, bir bakiyorsun, buyumusler
ve onlarla beraber zaman gecirme olanagi kaybolmus.

Brian'in yasam vizyonunu sormadim, ama davranisindan nelere oncelik
verdigi belli oluyordu. Brian icin cocuklari suphesiz en az isi kadar
onemliydi. Brian'in yasaminda bununla ilgili bir pismanlik duygusu,
bir 'keske' olmayacak.

Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulasir miydi?'

'Evet', dedi, 'yalniz benimle degil, her cocuguyla sirasiyla basbasa
zaman gecirirdi. Ve ilave etti, 'Biz boyle gorduk, boyle biliyoruz.
Benim cocugumun da babasi boyle yapacak!'. Gulumseyerek, 'Nereden
biliyorsun?' diye sordum.

'Biz Frank'le konustuk' diye cevap verdi. Yine icim ciz etti. Daha
dogmadan cocugun gelisme ortamiyla ilgili bir bilinc olusmustu.

Kendi cocuklarima icim yandi. Evlenmeden onceki bilincimi, kafamin
karmasIkligini, evlendigim kiza ettigim eziyetleri ve ondan da acisi,
kendi yavrularima cektirdigim acilari dusundum. Biraz daha dusununce
kendimin de aci cektigini anladim ve bu sefer kendi cocukluguma icim
yandi. Daha sonra babamin, anamin cocukluguna icim yandi. Ve son durak
olarak ulkemin tum cocuklarina icim yandi.

Yine kimseye kizamayacagimi anlayinca, 'bundan sonra ne yapabilirimle
ilgili dusunmeye karar verdim. Iste degerli okurum; yazdigim kitaplar,
verdigim seminerler, hazirladigim televizyon programlari, 'Ne
yapabilirim?' sorusuna verdigim yanitlarin ogeleridir. Sally'nin
icinde yetistigi ortami gormus ve anlamis biri olarak onun
davranislarina simdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, icinde
yetistigi ailede, varolusun bes boyutunu da doya doya yasayabilmisti.
Cocugun hizasina inerek onunla goz goze konustugunuz zaman cocuk, 'Sen
varsin, sen dogalsin, sen degerlisin, sen guclusun ve sen sevilmeye
layiksin', mesaji alir ve cocugun CAN'i beslenir.

Cocuguyla randevusuna sadik kalan baba, 'Seninle zaman gecirmek
istiyorum, seni ozledim', mesajini guclu olarak verir. Cocuk bu mesaji
zihinsel olarak degil, sezgisel olarak alir ve aldigi bu sezgisel
mesajlar sayesinde cocugun hamuru, 'Ben sevilmeye layik biriyim!' diye
yogrulur.

Bir ana babanin cocuklarina verebilecegi en buyuk miras, varolusun bes
boyutunda beslenmis ve buna inanmis guclu bir CAN'dir.


Dogan Cuceloglu

10 Aralık 2007 Pazartesi

Büyümede sert fren

Son beş yılda hızlı bir büyüme kaydeden Türkiye ekonomisi, bu yılın üçüncü çeyreğinde sert bir fren yaptı.

Gayri safi milli hasılada (GSMH) yılın üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2 büyüme yaşandı. Büyümenin düşük çıkmasında tarımdaki yüzde 7.8'lik küçülme etkili oldu. Kesintisiz büyüme rekoru 23 çeyreğe ulaşmakla birlikte son 22 çeyreğin en düşük oranlı büyümesi kaydedildi. Tümünde yüzde 5 büyüme hedeflenen bu yılın ilk dokuz aylık döneminde GSMH büyüme oranı yüzde 4 olarak gerçekleşti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), üretim yöntemiyle hesaplanan gayri safi milli hasıla (GSMH) ve harcama yöntemiyle gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) gerçekleşmelerini açıkladı. Buna göre, yılın Temmuz-Ağustos-Eylül dönemini kapsayan üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre GSMH cari fiyatlarla yüzde 7.5 artışla 190 milyar 990 milyon YTL, sabit fiyatlarla ise yüzde 2 artışla 48.1 milyon YTL oldu. GSMH, dolar cinsinden ise yüzde 23.1 artarak 146 milyar 804 milyon dolar düzeyinde oluştu.

DOKUZ AYLIK BÜYÜME YÜZDE 4


Yılın ilk dokuz ayı itibariyle GSMH geçen yılın eş dönemine göre cari fiyatlarla yüzde 11.7 artarak 468 milyar 465 milyon YTL, sabit fiyatlarla ise yüzde 4 artışla 120.9 milyon YTL oldu. Dokuz aylık dönemde 348 milyar 661 milyon dolar düzeyinde gerçekleşen GSMH'da geçen yıla göre dolar cinsinden artış da yüzde 19.3 düzeyinde gerçekleşti.

SON 22 ÇEYREĞİN EN DÜŞÜK BÜYÜMESİ

GSMH'da kesintisiz büyüme rekoru 23 çeyreğe çıkarken, son 22 çeyreğin en düşük oranlı büyümesi kaydedildi. Ağır ekonomik kriz yılı olan 2001'de yaşanan hızlı küçülmenin ardından 2002'nin ilk çeyreğinde yüzde 0.6 büyüme kaydedilmiş, izleyen çeyreklerde ise yüzde 10'ları aşan rekor büyüme oranları yaşanmıştı. Anılan dönemde 2002'nin ilk çeyreğindeki yüzde 0.6'lık büyümeden sonra, en düşük büyüme oranı, bu yılın üçüncü çeyreğinde kaydedildi.

Bu arada TÜİK, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3.9 olarak açıkladığı büyüme oranını da yüzde 4.1'e revize etti.

TARIMDA HIZLI KÜÇÜLME

Yılın üçüncü çeyreğinde büyümede yaşanan sert frende, tarım sektöründeki yüzde 7.8'lik küçülme etkili oldu. Tarım sektörü ilk çeyrekteki yüzde 2.9'luk büyümenin ardından, ikinci çeyrekte yüzde 2.1 küçülmüştü. Böylece tarım sektöründe Ocak-Eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5.6'lık bir küçülme yaşandı.

Milli gelirde yüzde en büyük paya sahip olan sanayinin ilk çeyrekteki yüzde 7.5 ve revize verilere göre ikinci çeyrekte yüzde 4 olan büyüme hızı, üçüncü çeyrekte yüzde 3.7'ye düştü. Sektörde Ocak-Eylül dönemi itibariyle büyüme oranı yüzde 5 düzeyinde oluştu.

Sanayiden sonra en fazla ağırla sahip sektör olan ticarette ilk çeyrekte yüzde 6.5, ikinci çeyrekte yüzde 3.4'e gerileyen, büyüme oranı üçüncü çeyrekte yüzde 1.3'e kadar indi; ilk dokuz ay itibariyle büyüme yüzde 3.4 oldu.

Serbest meslek ve hizmetlerde ilk üç çeyrek itibariyle büyüme oranları sırasıyla yüzde 4.7, yüzde 4.1 ve yüzde 1.1; dokuz aylık büyüme ise yüzde 3 oldu.

Ulaştırma ve haberleşme sektörünün ilk çeyrekte yüzde 5.8, ikincide yüzde 4.1 olan büyüme, üçüncüde yüzde 3.6'da kaldı, dokuz aylık dönemdeki büyüme yüzde 4.4 olarak gerçekleşti.

Son yıllarda oldukça hızlı bir büyüme trendi izleyen inşaat sektörü de fren yaptı. İnşaatta ilk çeyrekte yüzde 16.5, ikincide yüzde 15.7 olan büyüme oranı üçüncü çeyrekte yüzde 5.4'te kaldı. İnşaat sektörü yılın ilk dokuz ayında yüzde 11.5 büyüdü.

GSYH BÜYÜME ORANI YÜZDE 1.5

Üretim yoluyla hesaplanan gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) göre ise üçüncü çeyrekte büyüme sadece yüzde 1.5 düzeyinde gerçekleşti. Üretim yöntemiyle hesaplanan GSYİH, geçen yılın aynı dönemine göre cari fiyatlarla yüzde 7.2 artışla 190 milyar 634milyon YTL, dolar cinsinden yüzde 22.8'lik artışla 146 milyar 541 milyon dolar, sabit fiyatlarla yüzde 1.5 artışla 48.3 milyon YTL düzeyinde gerçekleşti.

Üretim yöntemiyle GSYİH, dokuz aylık dönemde cari fiyatlarla yüzde 11.6 artarak 468 milyar 212 milyon YTL, dolar cinsinden yüzde 19.2 artışla 348 milyar 472 milyon dolar, sabit fiyatlarla ise yüzde 3.8'lik artışla 121.7 milyon YTL oldu.

4 Aralık 2007 Salı

YAŞAMA ANLAM VE BOYUT KATAN İKİ ŞEYİN ÖNEMİ

İki şey insanı "Nitelikli İnsan" yapar :
1- İradeye Hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey "Ekstra Değer" katar :
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır :
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar :
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar :
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır :
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır :
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır :
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve herşeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller :
1- Aşırılık (mübağala, abartı, ifrat, tefrit)
2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir :
1- Tebessüm (gülümseme, sırıtma veya kahkaha değil)
2- Sükut (susmak)

İki şey "Kalitesiz İnsan" ın özelliğidir :
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer :
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller :
1 - Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek )

3 Aralık 2007 Pazartesi

DEPREM

Adım Doug Copp. Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. 875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturdum, ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesiyim. 2 Yıl boyunca birleşmiş milletler felaket 'azaltma' uzmanıydım. 1985'ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felaketlerde çalıştım.
1996'da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, İstanbul belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar.
İçinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. On maket 'çömel ve korun' metodunu uygularken, 10 maket 'hayat üçgeni' metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film 'çömelip korunan/saklanan' kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu.
Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye'de ve Avrupa'nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika'da RealTV programında izlendi.
Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu 'ayıptı, gereksizdi' ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum.
Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim 'hayat üçgeni' dediğim alandır.
Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir. Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler.
Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir. Deprem anında hayatta kalma, ailelerine bakma ve başkalarını kurtarma hakkında 750 bin nüfuslu Trujillo kentinin İtfaiye bölümünü eğittim. Trujillo İtfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür.
Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir: 'Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek Kardeşimin motosikletinin yanında oluşan 'hayat üçgeni' içinde hayatta kaldım.
Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler (isim, adres vb detayları anlatıyor). Ben hayat üçgeninin yaşayan örneğiyim. Ölen arkadaşlarım 'çömel ve korun' örnekleridir.
DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ
1) 'Binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı gerçekleşene kadar. Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir.
Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü. Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur.

2 Aralık 2007 Pazar

Tasarim Sahaseri :ISTANBUL

Garibanin uc kurusa karnini doyurdugu yerlerin adi da, "simit sarayi..."
Bostanci'da bostan yok.
Tahtakale'de kale yok.

Yedikule zindanlarinda konser veriliyor.
Sultanahmet Cezaevi desen, 5 yildizli otel...
Topkapi Sarayi.
Ciragan Sarayi.
Dolmabahce Sarayi.


Ata
sehir?
Kadikoy'e bagli.
Ahirkapi'ya gemi baglaniyor!
Bayrampasa'nin, adi bayram, kendi cezaevi.
Akmerkez, mavi.
Sehirlerarasi yolcu otobuslerinin yuzde 99.9'u Anadolu'ya gider...
Otogari Avrupa'da.
Bakirkoy, hem bakir, hem koy...
Altinsehir, hem altin hem sehir, gecekondu
Baraja ev yapiyorlar.
Cesmelerden deniz suyu akiyor.
Misir Carsisi'nda misir bulamazsin.
Manifaturacilar Carsisi'nda plak satiliyor.
Sahaflarda, hali var.
Kapalicarsi, turistlerin carsiya ciktigi gun, kapali
Olimpiyati yok.
Olimpiyat Stadi var.
3 kilometreyi 3 saatte gidersin...
Formula pisti var.

Facebook alters notifications after privacy furor

SAN FRANCISCO (Reuters) - Confronted with mounting privacy protests, Facebook.com has scaled back a Web monitoring feature that notifies one's friends when the Facebook user visits affiliated Web sites, the company said on Thursday.

In a statement, the Palo Alto, California-based company said it was making a several changes to a recently introduced feature called "Facebook Beacon" in the wake of a petition signed by 50,000 Facebook users to scale back the feature.

The changes announced by Facebook promise to give users some improved controls over what information about a user's Web activity is broadcast to friends and also improves notifications to users before releasing user data to other Facebook users.

The protest was started by online activist group MoveOn.org, who set up a petition on its Web site at http://civ.moveon.org/facebookprivacy/?rc=fb_front/calling on Facebook to give users a simple way to opt out of Beacon.

There have been several other protests, including a petition group in the Facebook site itself called "Facebook, stop invading my privacy."

Facebook is a nearly 4-year-old site that has exploded in popularity since May, when it opened up to let independent software develops build their own applications on the site. It has grown by nearly fivefold to 55 million users in a year.

Recently, the company introduced Beacon as a way to keep one's network of friends on Facebook informed about one's own Web surfing habits on other Web sites. Critics argued this transformed Facebook from a members-only site known for privacy protections into a diary of one's wider Web activities.

The MoveOn.org petition begun on November 20 attracted 5,000 backers that day, 25,000 by Monday and 50,000 on Thursday.

The petition relayed the anecdote of a "Matt in New York" who, it said, already knew what his girlfriend had purchased him for Christmas because the Facebook Beacon feature had broadcast where his girlfriend had gone shopping online.

"Why?" the petition asked. "Because a new Facebook feature automatically shares books, movies, or gifts you buy online with everyone you know on Facebook."

The protest was far from a rejection of Facebook.

The site read: "A lot of us love Facebook -- it's helping to revolutionize the way we connect with each other. But they (the company) need to take privacy seriously," the petition pleaded.

It was the second major privacy protest by Facebook members that has led the site to back off new features. In September 2006, a university student-led protest attracted more than 700,000 signatories to a petition to improve privacy features inside the Facebook site itself. (Editing by Doina Chiacu)

yazarlar

ads